--------------------------------------------------------------------------------------
Sabah Gazetesi – İşte İnsan Eki (11.03.2007) - Röportaj
---------------------------------------------------------------------------------------
- Türkiye gibi üretim ve tarımda gelişmenin tam sağlanamadığı ülkelerde bilgi çağı ekonomisi yaratmak mümkün mü?
Türkiye yıllarca "geleneksel" üretim ve tarım sektörlerinin büyümesine, "Böyük Türkiye" olmaya odaklandı. Ama gerek aşırı merkeziyetçi yönetsel modelleri gerekse politikasızlık zafiyeti nedeniyle bu alanda kendine ait özgün yolu bulamadı. Pazar oldu. Ülkenin bir tarım, enerji, dış ticaret, eğitim, sağlık politikası yok! Bugün bilgiye dayalı ekonomik faaliyetlerin gelişimi açısından da aynı zafiyetle karşı karşıyayız. Henüz bilgi ve iletişim teknolojileri, inovasyon, yaşam boyu öğrenme politikalarımız da yok. Zaten güvenlik dışında politikamız var mı ki? İnovasyonu kurumsallaştırıp girişimci dinamiklerin önünü açarak rekabet avantajı yaratmak için, ekonomiden siyasete, kültürden bilim ve teknolojiye, yönetim modellerinden hukuki altyapıya bilgi ekonomisinin paradigmalarına uyum sağlamak gerekiyor. Tam da bu yüzden, Türkiye gibi potansiyelleri yönetilmeyen, konjonktüre teslim olmuş bir ülke için, bilgi ekonomisine geçişin imkân dâhilinde olup olmadığını tartışmak bile lüks. Bu bizim için mümkün olmanın ötesinde hayati bir zorunluluk. Yoksa en derin paranoyalarımızın gerçekleştiğini göreceğiz. Üstelik paranoyamızı ulusal faydadan üstün tuttuğumuz için olacak bu!
- İstanbul'un bilişim, Ar – Ge, mimari ve kültür – sanat üzerinden yaratıcı kesim için bir cazibe merkezi olması sağlanabilir mi?
Küresel ekonominin giderek bilgiye dayalı hale gelmesi kentlerin rolünü baskın hale getiriyor. Küresel ağa bağlı ve otonom "teknopol"ler ortaya çıkıyor. Bilgi ve iletişim işlevleri açısından yeniden tasarlanan ve yönetilen kentler bilgi ekonomisinin ekosistemi için en verimli ortamlar. Küresel sermayenin giderek daha hareketli ve esnek hale gelmesi, ağ etkisiyle artan etkileşim boyutu kentleri ekonomik faaliyetin temeline yerleştiriyor. Bu durum ister istemez uluslararası, bölgesel, ulusal ve yerel ölçekte yönetim modellerini de dönüştürüyor. İstanbul gibi, gerek coğrafi açıdan gerekse kültürel-siyasal-ekonomik etkileşim bakımından ciddi potansiyeller barındıran bir kent, küresel bilgi ve iletişim, yani değer akışının önemli düğümlerinden biri olma şansına sahip. Ancak bu şansı yakalamak kenti, kentin işlevlerini, kullanım boyutlarını, maddi ve gayrimaddi altyapısını yeniden tasarlamamıza bağlı. Önerilen mevcut modeller maalesef kentin enerji ve dinamiklerinin çok gerisinde. Bir sıçrama gerek. Yoksa İstanbul, küresel konjonktürün zoruyla, iş zekası, gayrimaddi ekonomi, çok uluslu inovasyon ortaklıkları için yine de bir çekim merkezi haline gelecek; ama bu durumu yönetmediğimiz için oluşan faydayı kalıcı rekabet avantajına dönüştüremeyeceğiz. İstanbul'u "kiralamakla" yetineceğiz. Kiracıların ürettikleri değerin kırıntılarıyla yetineceğiz. Fizik kuralları gereği her boşluk doldurulur. Siz doldurmazsanız birileri doldurur. Bir gün İstanbul'u tanıyamayacağımız kesin, ama siz asıl İstanbul'un bizi tanımayacak olmasından korkun.
- Bir ülkede ya da bölgede bilginin kullanımı ve ulaşılabilirliği homojen dağılmıyorsa, gelişim engellenir mi?
Bir ülkede bilginin kullanımının homojen olarak dağılmasına neredeyse imkân yok. Kullanım, üretim, işleme, paylaşım ağlarının yoğunluğu ülkenin tamamına her zaman eşitsiz dağılır. Ama bilgiye erişim imkânının her yerde ve herkes için eşit olarak varolması çok önemli. Çünkü nerede nasıl bir gelişim olacağını belki öngörebilirsiniz, ama öngörüleriniz asla matematik kesinliğe ulaşamaz. Yerleşimlerin iç dinamiklerine saygı göstermeniz ve teşvik etmeniz gerekir. "Bilgi uçurumu"nu önlemek için ülkeler bilgi ve iletişime erişim imkânını herkese tanımak zorundalar. Teknolojinin gelişim trendleriyle artan hareketlilik, esneklik, fiziki altyapıdan bağımsızlık ve yakınsama (convergence) artık bunu mümkün kılıyor. Ülkeyi "ekonomik havza" modelinde, yani kendine yeterlik kıstaslarına göre bölgelere ayırırsanız, her bölgede evrensel erişim prensibine göre adil bir biçimde dağıtılmış bulunan erişim imkanından kendi potansiyelleri ve girişimcilik dinamikleri ölçüsünde yararlanan, bilgi kullanımı, işlenmesi ve üretiminin yoğunlaştığı "değer adaları"nın oluştuğunu görürsünüz. Bu adalar, yarattıkları inovatif ekosistemle birbirlerini tetikleyerek bölgenin kendine yeterlik potansiyellerini geliştirip kalkınmayı doğrudan etkiler ve paylaşılan genel refah artar.
- Çok fazla sayıda insana sıradan, gündelik işler yaptırılması insan kapasitesinin boşa harcanması olarak görülüyor. Daha çok insanın yaratıcı işlere getirilmesi ve insanların yaratıcı kapasitesini kullanabilmesi için neler yapılmalıdır? Bu konuda İstanbul'u bir çekim merkezi haline getirmek mümkün müdür? Nasıl? Politik güç bunu sağlayabilir mi/sorumluluğu nedir?
Bu noktada Richard Florida'nın "yaratıcı sınıf" kavramını pek de anlamlı bulmadığımı söyleyeyim. Mantıksal açmazlarla yüklü bu kavramı ayakta tutabilmek için türettiği "yaratıcı ekonomi", "yaratıcı sermaye" vb. nitelemeler de metaforik "hoşluklar" olmaktan öte değer taşımıyor. "Yaratıcılık", ekonomik faaliyetleri açıklamak için fazla soyut, belirsiz ve çokanlamlı bir kavram. "Sanayi-sonrası toplum" tarzı "postmodern" okumalarla yeni "kent çalışmaları"nı (urban studies) harmanlayıp, gayrimaddi (intangible) değerlere dayalı inovasyon ekonomisinin iş yapma ve istihdamın doğası üzerindeki etkilerini anlamaya kalkıştığınızda benzeri hoşluklar ortaya çıkıyor ama pek de uzun ömürlü olamıyor. Üstelik "yaratıcılık" kavramını ekonomik büyümenin temeline yerleştirmek için mecburen "yetenek" gibi, hala bilişsel (cognitive) bilimlerin üzerinde anlaşamadığı bir kavrama başvurursanız ortaya hiç de hoş olmayan sonuçlar çıkıyor. "Doğal" yeteneklerine göre bölümlenen toplumlar gibi, oldukça "öjenik", "arî" bir noktaya zıplıyorsunuz. Bu kadarına "Digerati" (ileri teknoloji seçkinleri) bile gönül indirmez. Sınıf kavramı bir sosyal organizasyonda çok temel ortaklıklar gerektirir. Bu ortaklıkların ekonomik işlev üzerinde temellendiği doğrudur, ama ne olduğu belirsiz bir "yaratıcılık" işlevinden sınıf bağı türetmek de zordur. Üstelik "sınıf" kavramına artık ihtiyacımız olup olmadığı bile tartışılırken. Ama açıkçası Florida'nın özgün olmayan bir biçimde konumladığı ekonomik trendi açıklamak için "yaratıcılık" kavramına ihtiyacımızın olmadığı açık. Bunun için geçerli bir kavram zaten var: "İnovasyon", yani "hızlı bir biçimde ekonomik faydaya dönüştürülebilen yenilik"… Florida'nın yaratıcı sınıf olarak gördüğü profesyonel kesimler aslında sadece "becerikli"… Gerekli kaynakları ve işbirliği ortamını bulabilen küçük bir kısmı ise inovatif. Büyük kısmı ise, "X Kuşağı"nın yaratıcısı Douglas Coupland'ın harika deyimiyle birer "microserf" / "mikroköle"… Bilgi becerilerine sahip insanlar inovatif olabilir de olmayabilir de. Yaratıcılık, tıpkı eğitim, bilgi-iletişim-teknoloji-hukuk-kurumsallık altyapıları, kümelenme-ortaklık stratejileri gibi, inovasyonun dinamiklerinden yalnızca biri ve sanıldığı kadar "doğal" bir şey değil. Yaratıcılık "yaratılabilir" bir şey. Politikalarla, sosyal dinamiklerle, etkileşimle ve elbette esnek yaşamboyu eğitim modelleriyle üretilebilir bir şey… "Sıradan, gündelik işler" her zaman yapılacaktır ve her zaman insanların büyük bir çoğunluğunun yaptığı işleri böyle adlandırma eğiliminde olacağız! İstanbul'un bölgesel/küresel inovasyon odakları ve gayrimaddi sermaye akışı için çekim merkezi haline gelmesi ise elbette mümkün. Ama çekmek kadar "yaymak" da önemli. Bunu da ancak kendi ürettiğiniz değerle yaparsınız. Yoksa "yolgeçen hanı" olursunuz. Bu da belli bir değer sağlar tabii. Turizm önemli bir sektör. Ama gelin artık tüm anahtar sektörlerin birbirini değer üretmek için nasıl tetikleyeceğini tartışalım. Değeri nasıl kalıcı kılacağımızı konuşalım.
- İstanbul'un en yaratıcı şehirler listesinde yer almasının, ekonomide katma değere dönüşebilmesi için neler yapılmalıdır?
Bu hayali "listeyi" pek önemsemiyorum. Açıkçası benim için İstanbul'un inovasyon, rekabet, bilgi ekonomisi, insani kalkınma endekslerinde nerede olduğu daha önemli. Florida'nın tartışmalı veri değerlendirme yöntemlerine göre zaten her metropol, yapısı gereği gelişen çok kültürlülük ve etkileşim boyutu, artan küresel bağlantı, farklılaşma ve açıklık imkanları sonucu "yaratıcı" insanlar için bir çekim merkezidir. Çalışma koşulları küresel trendlere daha uyumludur, hizmet sektörü gelişir, iş merkezleri artar, yaşam kalitesi çeşitlenir vb. Bu tür kentler başka yerlerden daha "bohem"dir, bir "gay" nüfusu vardır (!), eğlencelidir, hoşgörü "yanılsaması" ile yaşar. Ama aynı kentler kanser gibi yayılıp (sprawl) yönetilemez hale de gelir, yaşam kıyılara çekilir, şiddet patlar, güvenlik saplantısı yaşam kalitesine karışır… Ekonomide katma değer yaratmak için yaratıcı nüfustan fazlası gerekir. Tüm tarafların uzlaştığı bir kent politikası, bilgi ve iletişim okuryazarı bir genel nüfus, kaynakların, işgücünün ve inovasyon dinamiklerinin kurumsallaştığı bir sistem ve elbette adalet ve demokrasi gerekir… Bunun için ne yapılmalı peki? Bir yönetişim sistemi kurmalı. Kentin tüm anahtar kesimlerini etkileşime sokan bir yönetsel yapı kurgulanmalı. Ancak böyle bir yapı kendi faydasını düşünebilir. Ancak böyle bir ortaklık zemini katma değer üretimini kalıcı kılabilir.
- Yaratıcı sınıf, herkesin rahatça uyum sağlayabileceği ve gelişebileceği ortamlarda ve organizasyonlarda yer almayı tercih ediyor, farklılığa açık ortamlarda çalışmak ve yaşamak istiyor. İstanbul bu ekosistem için uygun bir şehir mi? Sizce yaratıcı nüfusu İstanbul'a çekebilecek miyiz?
Bunlar bilgi ekonomisinin gelişmesi ve inovasyonun yerleşmesi için de gerekiyor, ama dediğim gibi yeterli değil. Farklılığa açık olmak, hoş görmek, yaratıcılığı değerlendirmek bir sonuçtur. Kültürel, ekonomik ve siyasal dinamiklerin bir sonucudur. Paradigma dönüşümüne uyum sağlamadan ve bu uyumu kurumsallaştırmadan ortamı dönüştüremezsiniz. Makyaj çalışmasıyla, ancak kent içinde "yaratıcılar" için seçkin adacıklar yaratırsınız. Bu da geçici olarak gayrimenkul piyasası için iyi olabilir! Ama unutmayın ki her güvenli ada tehdit altındadır. Tehdit yaratıcılığı geliştirir mi acaba? Niçin olmasın? Yer altı kültürü de yaratıcıdır!
- Türk iş kültürü ve toplum yapısı meritokrasi kavramı için uygun mudur?
"Meritokrası" terimini ilk kez 1958'de Michael Young, insanların IQ'larına göre kastlaştırıldığı distopik bir gelecek tasarımını nitelemek için kullanmıştı. Ben de aynen onun gibi düşünüyorum. Bu tür bir "liyakat toplumu" içimi karartıyor. Ben hiçbir toplum yapısının ve iş kültürünün böyle bir nitelemeyi hak etmediğini düşünüyorum. Sosyal darwinizm, ırk arıtımı kadar tehlikeli geliyor bana. Kimin yetenekli, kimin yaratıcı, kimin "layık", kimin "haksız" olduğuna birileri karar vermeye başladığı zaman ipin ucu kaçıyor. Eğer bu terimi, "ürettiğin değerin hak ettiği kadar al" demek için kullanırsanız, bunun da anlamı yok; çünkü binlerce yıldır zaten böyle bir "ütopya" var! İşler böyle yürümüyor tabii. Ortak kaynakları inovasyon için seferber etmenin, bunu da ölçülebilir değer analizleri ile yapmanın "meritokrasi" ile ilgisi yok. Elbette değeri üretenler ondan daha fazla pay almalı; ama bu değerin üretimi sistemik olduğuna göre, sistem de sadece yaratıcılık üzerinde temellenmediğine göre, değerin nasıl paylaşılacağına tek bir kesimin karar vermesi hiç de adil değil.
- Yaratıcı ekosistemin oluşturulabilmesi için İstanbul'a yapılması gereken yatırımlar nelerdir?
Yaratıcılığı bir kenara bırakalım. Katma değerden bahsediyorsak inovasyondan bahsediyoruz demektir. İstanbul'un bir inovasyon bölgesi olması için yapılması gereken yatırım, ekonominin kuralları gereği elbette hem fiziki hem de gayrimaddi. Yani ulaşım, enerji, bilgi, iletişim, ortak kullanım altyapısı, eğitim, kültür, güvenlik, sağlık yapıları, entelektüel sermaye dolaşımının çekilmesi, iş yapma ortamının iyileştirilmesi, dış ticaretten elde edilen payın artırılması, bunun için gerekli kurumsal yapılar, üniversite-sanayi işbirliği, karma finansman modelleri, anahtar sektörlerde küme stratejileri, yaşam kalitesinin artırılması gibi yatırımlar… Ama buna siyasal iktidarın ve devlet bürokrasisinin değil, kentin kendisinin karar vermesi gerek. Bu ikisi sadece teşvik edici olabilirler. "Kentin kendisi" derken, bu kenti ayakta tutan tüm kesimlerin temsil edildiği bir yönetişim yapısını kastediyorum. Katma değer için adaletten ve demokrasiden taviz verirseniz, bu değerleri sadece belli kesimlere açarsanız, elde edeceğiniz tek şey artık size ait olmayan bir "dünya kenti" olur. Dünyanın "geldiği" ve "geçerken" bir kısmını götürdüğü bir kent. New York'a, Hong Kong'a, Seoul'e, Dublin'e bir bakın… Bunlar da dünya kentleri, dünyaya bağlılar ama bu bağlantıyı kendileri yönettikleri için katma değer üretiyorlar.
Uçurumların üzerinde değer yaratamazsınız.
31 Mart 2007
"Uçurumların üzerinde değer yaratamazsınız"
30 Mart 2007
"Enformasyon mimarileri"...
Enformasyon mimarisinin, öncelikle bir “ağ mimarisi” olduğu ve gerçekte de, kendileri kılcal ağlardan oluşan düğümleri (zonlar) birbirine bağlantılayarak “kurulan” bir ağ biçiminde büyüdüğü söylenebilir. Bu zonlar kombinasyonunun oluşturduğu ilk mega-düğüm, tam da bir kentin topografyasını, siber-haritasını verir.
Pentagon'a virüs bulaştı
Amerikan Savuma Bakanlığı Pentagon, virüs kurbanı oldu. CNN'in haberine göre Deniz Birlikleri'nin Pentagon'da bulunan kargahına ait bilgisayarlar, Worm Virüsü tarafından vuruldu. Virüs saldırısında, gizlilik derecesi olmayan bilgisayar sistemleri zarar gördü. Sık sık virüs saldırılarıyla karşı karşıya kalan Pentagon yetkilileri, bilgisayar virüslerine karşı Norton Antivirüs programları kullandıklarını, son virüsün şimdiye kadar görülenlerden farklı olduğu ve dosyaları silerek arkasından bomboş bir ekran bıraktığı belirtiliyor. Virüsün sisteme nasıl girdiği henüz belirlenemediğini açıklayan yetkililer, Pentagon'un, geçtiğimiz yıl virüs saldırılarından korunmak için, yüz milyonlarca dolar ödemiş olduğunu hatırlattılar.[i]
Yüzyılın ortalarında, iki dünya savaşı arasında ve son savaş boyunca, bugünün iletişim teknolojilerini doğuran bir takım “bağlantılı” faaliyetler oldu: Norbert Wiener’in sibernetiği insan bilimleriyle kaynaştırma çabası ve Yapay Zeka (AI) pratikleri; Enigma, Colossus, Turing aygıtı ve diğer kriptografi çalışmaları ve nihayet ENIAC, ARPANET ve telekom tekeli MaBell kanalıyla iktidarın kuşatması altındaki üniversiteler ile askeri tesisleri birbirine bağlayan ilk enformasyon ağları, bunların en belli başlı örnekleri. Bu faaliyetlerin jargonunda, daha baştan beri “mekanın enformasyonel organizasyonu”nu ifade etmek için, “mimari” ve “enformasyon" terimleri birlikte kullanıldı. Yine en baştan beri, bir ağ gibi yayılan bu “enformasyon mimarisi”nin tüm dünyayı kaplaması öngörülüyordu.
İktidarlar her zaman kendilerine ait bir merkezin ve bu merkezden yayılarak tüm evreni kuşatan ve her noktasını denetleyebildikleri bir ağın düşünü kurarlar, anonim akıllarıyla. Özel (ve genellikle askeri amaçlı) bir çok yapının temelinde, bu merkez düşü yatar. A.B.D. Savunma Bakanlığı’nın merkezi karargahı Pentagon, mimaride pek sık rastlanmayan bu yapı formunun en ünlü örneğidir. Merkezinden geçmeden bir noktasından diğerine ulaşmanın çok zaman almasından dolayı, pek uygun bir mimari form olarak görülmeyen beş yüzlü poligon, II. Dünya Savaşı’nın başlangıcında, A.B.D. ordusunun merkezi ve halen dünyanın en büyük ofis yapılarından biri olan Pentagon için seçilmiştir.
Altın Ölçü ya da Pi sayısının, yalnızca en bildik mimari formlardan biri olan dörtgenlerin değil, beşgenlerin de boyutlarında iş görmesinde ve diğer bazı derin mitlerde temelini bulan Pentagon da, bir tür ‘merkez’ olarak tasarlanmıştır. “Pentagon, yani beş yüzlü poligon, daire ile doğrudan bağlantılıdır, ve bu merkez/daire, birbiri ardınca açılan poligonların ilkidir.”[ii] Veriyollarının matrisiyle dünyayı kaplamayı amaçlayan bu merkez, tümüyle bir “akıllı bina” olarak tasarlanmıştır. Hem de öyle “sivil” mimarinin 1980’lerde akıl etmeyi başardığı türden [iii] bir “akıllılık” değildir bu, daha “kapsamlı”, daha “kuşatıcı”, daha “bütünleştirici”dir (total-isant).
Mark 1, Eniac ve ArpaNet’ten, soğuk savaş döneminin nükleer denetim ağlarına, oradan da Pentagon’un süper bilgisayarları ve uydu bağlantılarına, “yıldız savaşları” denemelerinden, mitlerle örtülü, asla “resmen onaylanmamış” küresel gözetim/denetim sistemi “Echelon Projesi”ne[iv], İktidar Matriksi her zaman iş başında olmuştur. 1985’de, Pentagon Bilgi-İşlem ve Teknik Daire Başkanı, “Yirmibirinci yüzyılda bu bilgi-işlem alanına hakim olan millet, dünya liderliğinin de anahtarını elinde tutuyor olacaktır” derken, oldukça açık konuşmuştur[v]. “Enformasyon üstünlüğü” konseptiyle doğrudan bağlantılı bir “dünya liderliği” hedefi, çoğu kişiye tanıdık gelecektir. Söz konusu olan, yalnızca dünyanın değil, onu bir paralel evren gibi kuşatan siberuzayın da liderliğidir. Çünkü bu dünyanın denetimi, siberuzayın denetiminden de geçmektedir artık. Bir başka mekanın, başka bir mimariyle yeniden-düzenlenmesi...
Bu enformasyon mimarisinin, öncelikle bir “ağ mimarisi” [Network Architecture] olduğu ve gerçekte de, kendileri kılcal ağlardan oluşan düğümleri (zonlar) birbirine bağlantılayarak “kurulan” bir ağ biçiminde büyüdüğü[vi] söylenebilir. Bu zonlar kombinasyonunun oluşturduğu ilk mega-düğüm, tam da bir kentin topografyasını, siber-haritasını verir. Kent, bu haritada, bir “metafor” olmaktan çok uzak, gerçek bir “ağ mimarisi” olarak belirir. Kodlanmış verinin yeni dolaşım mekanı...
Hangimiz, bir bilgisayar kartının üzerindeki devrelere, switch’lere, mikroçiplere vb. bakarken, kuşbakışı bir kenti düşünmedik? Kentte dolaşırken, kendimizi kesintisiz devrelerde akan sinyaller, ‘bit’ler gibi algılayacağımız çoğu kez aklımıza gelmediyse de, aramızdan birilerinin kente bakarken (hatta planlarken) veri ağlarının devre ve switch’lerden oluşan topolojisini gördüğü açık.
Kimilerinin “megapol”, kimilerinin de “megalopol” dedikleri yeni kentsel mekan, belirgin bir merkezin olmadığı, yayılgan bir amipsi oluşum nosyonuyla karakterize edilir. Kentsel algıya başka bir boyut katan “Çarpışma”nın yazarı J. G. Ballard, bir kısa öyküsünde[vii], uçsuzca uzayan,”yoğunlaşan” bir kenti anlatır. “Kentin bir merkezi ve başlangıcı yoktur; uzangaçlarıyla sonsuzluğun sınırlarına yayılan teknolojik bir organizmadır”[viii].
Siber kültürün kült filmi Blade Runner’ın Tyrell Corp’u gibi bir yapı, “enformasyon mimarileri” söz konusu olduğunda, sivil ve askeri sınırların nasıl eridiği konusunda gösterilebilecek en iyi metaforlardan biridir. “Kentsel mekan, elektronik veri dolaşım mekanları için bir metafor haline gelmiştir. Vivian Sobchack’ın dediği gibi: ‘Çok uluslu şirketler hayatlarımızı bir tür etersi, başka ya da öte uzaydan denetliyor gibi görünüyorlar. En açık seçik ifadesini, Blade Runner’ın Tyrell Corp’unun imkansızca kuleleşen güzelliğinde bulan bir mekandır bu – karmaşık cephesi bir mikroçipi andıran müthiş bir mega yapı.’ “[ix]
William Gibson’ın “Sprawl”u, bu distopik Babil Kulesi’nin merkezi olmayan bir kenti kaplayan uzangaçlarla gelişigüzel yayılmış halidir ve ufukta görünmektedir.
Askeri / kurumsal karar verme mekanizmaları içli dışlı olmuş, Mini-Maksi stratejileri şans ve riskin retoriğini kuran bir oyun teorisinin temel iletken çarkları haline gelmiştir. Soğuk savaşla birlikte işlemeye başlayan süreç, yalnızca Pentagon’u değil, son on yılda özel mülkiyete tabii, (veri) korumalı zon’lar halinde kentte cepler oluşturan ‘iş iyileştirme alanları’nı da yaratmıştır.[x]
Şirket hedefleriyle ulusal hedeflerin birbirine karıştığı birçok mega-şirketi besleyen Pentagon, hem veri, hem de finans ilişkisi içinde bulunduğu çokuluslu kurumsal ağlarda, bu ağ mimarisinde, irice de olsa bir düğüm.[xi]
Siberuzay, tıpkı bildik, fiziksel dünyamız gibi kendine “Matrix”de yer açan topluluklarla dolu. Bir ağ ne kadar yayılgan ve karmaşık olursa, o kadar “karanlık nokta”larla örülür. Artık ağı kuran örümcek bile, ağına sahip çıkan, onun içinde başka alternatif ağlar kuran bu karanlık noktalardan çekinir. Tıpkı kentlerde oluşan bir Merkezi İş Alanı’nın etrafında ayrıkotu gibi bitiveren, kendi ritüelleri, kendi haritası olan alternatif topluluk zon’larının hem ürkütücü, hem de çekici kuyuları gibi. Veri ne kadar korunursa, ne kadar özel mülkiyete geçirilmek istenirse istensin, Pentagon’un Matrix düşüne sızan, ona nörolojik olarak bağlanan siber kovboylar bulunur her zaman. Sibernetik devletin kapalı devresinin etrafında, içinde bir başka köksapsı ağ kuran, ona nüfuz ederek sürekli dönüşen ikinci bir uzay...
Binyıl dönerken, alternatif “enformasyon mimarileri”nden birinde şöyle bir şey duyarsanız şaşırmayın:
“ Veri alış verişi yoğunluğunu, her bin megabaytı geniş bir ekran üzerine tek bir piksel boyutunda yansıtarak tanımlayacak bir harita programlayın. Manhattan ve Atlanta bembeyaz parlar. Kısa sürede titreşmeye başlarlar, artık trafik yoğunluğu simülasyonunuzu aşırı yüklemek üzeredir. Haritanız her an patlayabilir. Ölçeğinizi yükselterek onu biraz soğutun. Bu sefer her piksel bir milyon megabaytı temsil etsin. Saniyede yüz milyon megabayt ölçeğinde. Manhattan merkezinde belli noktaları ve Atlanta’nın yaşlı çekirdeğini kuşatan yüz yıllık endüstriyel parkların ana hatlarını seçmeye başlarsınız.”[xii]
Ne de olsa gigabyte’ların rant değerleri emlak borsasında hızla yükseliyor. Kendinize Matrix’de şimdiden bir zon seçin.
[i] www.mynet.com.tr ; hatalı (“Worm”, güvenlik delikleri açarak ağlarda ilerleyen bir virus türüdür) ve şaşırtıcı (Pentagon da Norton Anti Virüs mü kullanıyor?) olan bu haber, gerçekliğin yalnızca bir bölümünü yansıtıyor.
[iii] Genellikle ilk “akıllı bina” olarak, yapımı 1983 tarihinde biten CityPlace gösterilir (
[iv] NSA’nın (Ulusal Güvenlik Ajansı) geliştirdiği iddia edilen “The Echelon Project”için, internetteki belli başlı arama motorlarında “echelon” anahtar sözcüğüyle kısa bir arama yapıldığında da karşılaşılabilecek kaynakların yanı sıra, bkz. :
http://www-douzzer.ai.mit.edu:8080/cm/cm0.html; http://fire.net.nz/echelon.htm; http://mprofaca.cro.net/echelon01.html; http://www.fas.org/irp/program/process/echelon.htm; http://www.euronet.nl/~rembert/echelon/xex.html; http://www.fas.org/irp/eprint/sp/sp_c2.htm; http://www.ficom.net/speakout/_posts/000003a2.htm; http://www.networkusa.org/fingerprint/page1/fp-big-brother's-watching.html; ayrıca bkz.: http://bbs.thing.net, “echelon” ve “hacktivism” konulu e-posta mesajları…
[v] Aktaran: David Morley & Kevin Robins, Kimlik Mekanları (Küresel medya, elektronik ortamlar ve kültürel sınırlar), çev. E. Zeybekoğlu, Ayrıntı yay., 1997, sf. 291
[vi] Bu ‘yeni’ zaman/mekan matrisinde, mimari “yükselmez”, “büyür”, dikey/düşey boyutun silindiği bir mekan boyunca “yayılır” (-Sprawl).
[vii] J. G. Ballard, “The Concentration City”, The Best Short Stories of J. G. Ballard
[viii] Scott Bukatman, Terminal Identity (The virtual subject in postmodern science-fiction), Duke University Press,
[ix] a.g.y., sf. 149
[x] M. Christine Boyer, CyberCities / Visual Perception in the Age of Electronic Communication,
[xi] “Military-Industrial Complex Revisited / New Military Mega-Companies: Corporate Interests or National Interest”, In Focus / Foreign Policy, http://www.foreignpolicy-infocus.org/papers/micr/companies.html
[xii] William Gibson, Neuromancer, Çev. Melike Altıntaş, Sarmal Yayınevi, 1998, sf. 65
Özgür Uçkan, DOMUS M, S:2, Aralık-Ocak 2000
Arakhne Daidolos ile buluşuyor: AğKent
Tüm yaşamını bir örümcek olarak geçirmeye mahkum edilen nakış ustası, ağların göçebe ruhu Arakhne ile, ilk kent planlamacısı, labirentlerin efendisi Daidolos, bugün nerede buluşurlardı dersiniz: elbette Internet’le, uluslararası kurumsal ağlarla, uydular ve fiber-optik kablolarla tüm kentleri birbirine bağlayarak küreselleşen, siber kimlikler, topluluk ilişkileri ve yeni ekonomiyle içinde “yaşamaya” başladığımız sanal AğKentte ...
“Fakat, sibermekan da neydi? Nereden gelmişti? Sibermekan, dünyanın tüm bilgisayarlarından sahne sisi gibi sızıvermişti. Sibermekan, bir değişken gerçeklik seçeneğiydi, Dünya gezegenindeki bilgisayarların gece gündüz hep birlikte, bağlantılı olarak yürüttükleri bir işlemdi. Sibermekan, Enformasyon Ağı’ydı; ama sibermekan, Ağın da ötesinde, Ağ’ın fiziksel mekan olarak paylaşılan vizyonuydu.”
“Sibermekan” teriminin yaratıcısı William Gibson’la birlikte siberpunk akımının önemli temsilcilerinden biri olan Rudy Rucker’in sözünü ettiği vizyon, bugün giderek daha çok insan, topluluk, kurum ve kent planlamacısı tarafından paylaşılıyor. Aynı zamanda bir kent planlamacısı olan düşünür Paul Virilio’ya göre, “bir tür sanal kent doğuyor... Dünyanın gerçek merkezi, hipermerkezi olabilecek bir kentler kenti; artık bir ülkenin başkenti değil, New York’u, Singapur’u, Londra’yı, belli başlı borsaları ve kentleri birleştiren bir başkentler başkenti.“ Virilio, öteki ile ilişkinin ve dolayımsız enformasyonun yitimi olarak nitelediği bu “görselleştirme gelişimi” karşısında kötümserdir: “Bugüne dek bir süpermarket ya da bir alışveriş merkezi neydi? Kentin varolmadığı bir kent merkezi. Bu başlangıç aşamasında bir görselleştirme biçimidir. İkinci aşama evde çalışmaktır. Artık evinden çıkma, evde çalış, evde alışveriş yap, evde eğlen, vesaire vesaire... Ben bir kent planlamacısıyım ve bu beni derinden kaygılandırıyor.” (1) Duruma bakılırsa, bu kaygıyı paylaşmayanlar şimdilik çoğunlukta ve daha etkili görünüyorlar.
Kent mekanı / ağ mekanı
Ağ Ontolojisi: Monadoloji
Heterotopik Netropolis
Sibermekanın Ekonomi-Politiği: Ağ Olarak Kent
AğKent’te Agora’lara “yer” var mı?
Ostwald, bu “simüle edilmiş yeni gerçeklik”in zamansalığını, bir ROM çipindeki belleğin enerji kesildiğinde silinmesi ve yeni bir vizyonla yüklenmeyi beklemesine benzetiyor. Burada vurgu, algısal zaman-mekanın belirleyiciliğine yapılmakta. Ne sibermekan, ne de orada birbirine bağlanan topluluklardan soyutlanamayacak olan siberkent, algı boyutu hesaba katılmadan düşünülemez. Ostwald bir süre Virilio’nun kulaklarını çınlattıktan sonra (televizyon ekranı, bir ‘pencere’ olarak çağdaş mimarinin tamamlayıcı unsuru haline gelmiştir), algılanan mekanı ve orada kurulan topluluk ilişkilerini irdeliyor.
(16) Boyer, a.g.y., sf. 119
(22) Manuel Castells, The Information Age - Economy, Society and Culture, Blackwell. Vol.I: The Rise of the Network Society (1996); Vol.II: The Power of Identity (1997); Vol.III: End of Millennium (1998)
http://www.usyd.edu.au/su/social/papers/farmer1.html; “Les environnements virtuels collaboratifs en réseau qui utilisent le langage VRML (Virtual Reality Modeling Language)” http://tecfa.unige.ch/staf/staf9597/pilard/staf23/ev.html; Volker Grassmuck, “Into the muddy waters of Touring Galaxy”, http://www.race.u-tokyo.ac.jp/RACE/TGM/Texts/tg_e.htm; ve bir kaç ilginç örnek: Active Worlds 3.0 -http://www.activeworlds.com/ ; blaxxun - Home World-http://www.blaxxun.com; ChibaMOO - William Gibson'un Neuromancer’ını tema olarak alıyor / The Weyrmount - Ultima Dragons Internet Chapter / Snow Neil Stephenson'un Snow Crash’I üzerine kurulmuş / Rupert Douglas Adam'ın Hitchhikers Guide’ı temalı: http://sensemedia.net
Özgür Uçkan, DOMUS M, S:7, Ekim-Kasım 2000, sf. 68-73
1- Hacker'lar: Viral Kültürün "Semantik Gerillalar"ı mı, Enformasyon Toplumunun Veri Hırsızları mı?
Yukarıdaki sözler, "Bilgisayar Yeraltı Dünyası"nın efsanevi ismi Mentor'a ait. FBI tarafından tutuklandıktan kısa bir süre sonra bu sözcükler, BBS'lerde (2) dolaşmaya başlamıştı bile. Hacker'lar, iki bilgisayarın, (kimilerine göre, iki telefonun) birbirine bağlandığı anda başlayan tarihlerinde, bir çok biçimde adlandırıldılar, çevreleri kimi zaman çekici, kimi zaman ürkütücü bir efsaneler halesiyle kuşatıldı. Şu anda bir çoğunuzun kullandığı işletim sistemlerinin temellerini atan kişilerin de aralarından yetiştiği bu "meraklı çocuklar", yaklaşık on-on bir yıldır "suçlu" diye anılıyorlar. (3)
"Hacking"in sözcük anlamı, "kesmek", "yarıp açmak", "kırmak"... "Crack", yani bire bir "kırmak", hacking eylemlerinden yalnızca birini tanımlamak için kullanılıyor. "Yarıp açmak", "içine bakmak" sözcüklerini kullanmak, semantik olarak da, politik olarak da daha yerinde olur. "Kırmak" söz konusu olduğunda, bu, yıkıp dağıtmaktan çok, buzu kırıp ardındakine ulaşmak anlamında kullanılır. Buzu kırmak, aynı zamanda ardında yatana bir hayat imkânı sunmak, ona can vermek de değil midir? Onu etkiye, etkileşime, yani dönüşüme açmak...
"Hack"in bir anlamı da "sızmak"tır. Hacker bir sistemden içeriye süzülerken, bu eylemi da bir etki altında gerçekleştirir. Viral bir etki. "Merak Virüsü"nün yayılma yollarından (yalnızca) biri de, "hacking"dir.
NOTLAR:
[1] "The Conscience of a Hacker," by The Mentor, Phrack Inc., Volume One, Issue 7, Phile # 3, 08/1986 [bkz. http://www.eff.org ya da http://www.flashback.se/archive/ ] [Ayrıca bkz. Bruce Sterling, The Hacker Crackdown, Bantam, New York, 1992 (paperback 1993), sf. 120-135]
[2] BBS: Bulletin Board System. 80'lerin bilgisayar şebekelerinde çalışan, dönemin görece az sayıda "bağlı" profesyonellerinin ve "iletişim amatörleri"nin kullandığı metin bazlı bir haberleşme sistemi
[3] Hacker'ların tarihi için bkz. Özgür Uçkan, "free information / free knowledge" (Tahsin Ergüç'le söyleşi), Est & Non içinde, sayı 1, Kasım- Aralık 1999, sf. 43-57 ; Bruce Sterling, a.g.y.; P. Mungo, Sıfıra Doğru / Veri Suçları ve Bilgisayar Yeraltı Dünyası, çev. Emel Kurma, İletişim, İstanbul, 1999
-------------------
Toplam 6 bölüm... Oldukça eski bir yazı, ama bazı teknoloji referansları ve kırık kaynak linkleri dışında ayakta durmaya devam ediyor. Bu arada Est&Non ilginç dergiydi...
Est&Non, Sayı:6, Ekim-Kasım 2000
Nihayeticimdesin.com : http://www.geocities.com/guncelsanat/ou.htm