27 Nisan 2007

Neo-Beat/Post-Medya/Generation XL... "Beatnik"lerden "Bytenik"lere...

Her şeyi "kuşak"larla kuşatıp anlamlandırmanın neredeyse bir saplantı haline geldiği günümüzde, dallanıp budaklanarak, uzayıp sünerek "extra large" bir boyut kazanan "X Kuşağı", tarihsel nirengi noktalarından biri olarak seçtiği "Beat Kuşağı"nın son temsilcilerinden Ginsberg ve Burroughs'un ölümleriyle sarsıldı. Doğası gereği "W.A.S.P." (ya da "halim selim") edebiyat eleştirmenlerinin sağanak gibi yağan "pulp" andaçlarından söz etmiyorum, "sarsıntı" derken. Bu zaten öngörülebilir bir durumdu. Yine öngörülebileceği gibi, bir sürü yavan medya köşesinin geçici baharatı oldu, geçti bu "ahmakıslatan" yağmuru. Burada sözü edilen etki, aslında birbirlerinden çok farklı evrenlere ait bu iki yazarın ilişki içinde oldukları alt kültürler içinde oluşan ve her zaman olduğu gibi yüzeye çıkarak dağılan, yani hızla medyatize olup dolaşıma giren ve şimdilerde sindirilmekte olan bir etki.

Bu iki ölümün işareti altında, 90'ların ortalarına doğru şöyle bir parlayıp sönmeye yüz tutan (hatta 90 kriziyle çekildikleri borsalardan kulüplere doğru yeni bir hamle yapan yuppie'lerin hemen alay konusu haline getirdiği) "neo-beat" kültürel tavır silkelenip canlandı. "Neo-beat", "X Kuşağı"nın muhalif umursamazlığına çok yakışan bir isimdi ve üstelik "uzak" bir geçmişin bohem anarşizmine referansta bulunuyordu. Dolayısıyla, geçiciliğin tek değişmez ilke olarak belirdiği bu fırtınalı binyıl döngüsünde, "millenium"a hafif, bagajlarından kurtulmuş olarak girmek isteyenler için eşi bulunmaz bir söylem oldu. Bugünün post-medyatize toplumunda "neo-beat", yalnızca sanat ve edebiyatla ilgili bir bağlama işaret etmiyor; hip-hop, rave, grunge gibi kültürlerden, yaş ortalaması giderek düşen "dead head"lere, performans sanatçılarından hacker'lara, sözel edebiyatçılardan hiper-edebiyatçılara, yeni-anarşistlerden yeni-marksistlere, hatta Silikon Vadisi'nin tekno-yurttaşlarından liberal sanat-edebiyat akademisyenlerine, yaş, ilgi, sınıf, meslek vb. bakımından çok geniş bir kesime hitap eden bir söylem bu. Üstelik, günümüzün en azından "hız" bakımından rakipsiz ortamında, elektronik medyada yayılan bir söylem.

Aslında elektronik ortamın neo-beat tavrın kendisini en çok hissettirdiği alan olduğu söylenebilir. Kuşkusuz performans şenliklerinde, kahvelerdeki sözel edebiyat toplantılarında, rave partilerinde, üniversite işgallerinde ya da "hypertext" kongrelerinde de sıklıkla rastlanıyor neo-beat'lere, ama tıpkı ataları gibi yola düşkün olduklarından olsa gerek, kendilerini en iyi internette ifade ediyorlar. Bir bakıma neo-beat, tam bir "sibernot"... En koyu hacker sitesinde de, Virgin Megaweb[1] gibi popüler ve ticari sitelerde de neo-beat söylem prim topluyor. Tabii, tartışmanın dozu, kapsamı ve derinliği farklı, ama bu durum, sindirim sisteminin her zamanki gibi var gücüyle çalıştığının da bir işareti.

Ünlü "66 Numaralı Yol", "bilgi otoyolu"na benzetiliyor, "Byte Kuşağı"ndan dem vuruluyor. Bu arada, beat halet-i ruhiyesinin de "ağ" fikrine en baştan açık olduğunu, kısacık internet tarihinde Bob Dylan ya da Grateful Dead sitelerinin kapsam ve yaygınlık bakımından öncü siteler arasında sayıldığını, Burroughs'un daha ölmeden önce siber âlemin ünlüleri arasına girdiğini, sibernetiğin babası Wiener'den Yol'un başmühendisi diye söz edilirken, Kerouac'a da fahri sibernot payesinin verildiğini eklemek gerek. Örneğin, Burroughs'un "İnterzone"u, bugün siberpunk söylemin "Matrix"i için ciddi bir model oluşturuyor. Siber edebiyatın kült ismi William Gibson, üzerindeki Burroughs etkisini hiçbir zaman reddetmedi, tersine. Zaten Burroughs, Beat Kuşağı'nın kültürel evreniyle sınırlanamayacak farklı ve özgün misyonuyla, muhalif siber zone'un en temel referanslarından birini oluşturuyor. Burada uzun uzadıya "URL" adresleri vermeye gerek yok; Yahoo ya da Altavista gibi güçlü araştırma motorlarından birine girip "Burroughs" yazın, haftalarca dolaşsanız bitiremeyeceğiniz, birbirine açılan bir labirentler ağına dalmanız işten bile değildir. Burroughs'un kes-yapıştır tekniğinin endüstriyel müziğe katkılarından tutun da, biyolojik silahların savaş stratejilerinin geleceği açısından taşıdığı öneme kadar yüzlerce konuyu içeren listelerle karşılaşırsınız.

New York'lu yazar ve web tasarımcısı Levi Asher'in (iyi ki edebiyatçı kimliğini tasarımcılığına kurban etmeden) gerçekten de ciddi bir çalışma sonucunda ortaya çıkardığı ve artık Beat Kuşağı hakkındaki en kapsamlı arşivlerden biri sayılan "Literary Kicks" sitesi[2], bu yıl "Webby Ödülü"ne aday gösterildi. Tümüyle edebiyata adanmış bir sitenin, ünlü ticari sitelerle ya da net bağımlılarının onsuz edemediği "Wired News" tarzı sitelerle yarışması, hele bu ödüle aday olmak için "rating"lerin önem taşıdığı da göz önüne alınırsa, neo-beat söylemin yaygınlığı konusunda oldukça önemli bir gösterge.

Bir başka örnek de, hem edebiyat ve dil teorileri hem de görsel-işitsel teknolojiler açısından hayli önem taşıyan ve geçtiğimiz yıl New York'ta sekizincisi düzenlenen "Hypertext '97" Konferansı'ndan[3]: Uluslararası "HTML" standartlarının oluşturulması bakımından olduğu kadar, edebiyat akademisyenleri ya da sosyal bilimler ve medya laboratuarları açısından da önem taşıyan bu konferansın oturumlarından biri, siber şiir ve bir "açık ortam" olarak elektronik medyada edebiyatın geleceği üzerine ayrılmıştı ve "neo-beat" en çok kullanılan kavramlardan biriydi. Sanal uzayda ses yayılımıyla şiirin ilişkisi ya da yazılı sözcüğün eşzamanlı sentaksı dolayımıyla şiirsel iletişim gibi (şimdilik) akademik konular tartışılırken, taşınabilir bilgisayar ekranlarındaki neo-beat şiir örnekleri elden ele dolaşıyor ya da kablosuz kulaklıkları dolduruyordu...

Bir başka yanıyla da sanal ortam beat tarzı edebiyata çok uygun. Yayıncı peşinde koşmaktansa, kahvenin birinde ortaya fırlayıp şiirini okumayı tercih eden "beatnik", şu ya da bu biçimde internete girmeyi (serbest erişim hakkı veren sitelerden birine üye olup ya da yasadışı yollarla popüler siteleri "kırarak"...) beceren ve ürününü dolaşıma sokan "bytenik"te buluyor uzantısını. Sanal ortamın teknolojik hızının sivil toplum açısından taşıdığı "telekratik/dromolojik" tehlikeler bir yana, demokratik katılım ve iktidar mantığının tersine çevrilebilmesi imkânı da mevcut. Nitekim, siber âlemin sanal gerillaları da bu imkânı fazlasıyla kullanıyorlar. Bu, edebiyatın veya sanal plastiğin sınırlarını zorlamak için de olabiliyor, gizli hükümet bilgilerine ulaşmak ve "enformasyon hakkı" adına onları herkesin kullanımına açmak için de. Bu arada birkaç kişi bu yöntemleri banka soymak için kullanıyorsa da, genellikle etik baskın çıkıyor. Her neyse, İnterzone'da edebiyat da kol geziyor. Birer serseri mayın gibi ağa giren bu ürünlerin bazıları, son derece ilginç ve derinlikli sitelere de dönüşebiliyor.[4]

Yazının başında sözünü ettiğim, "neo-beat"in, bir yanıyla muhalif ve yaratıcı bir zihinsel yapıyı oluştururken, öte yandan "Gösteri Toplumu"nun medyatik malzemesi haline getirilerek "evcilleştirilen" bir söylem olması sorunu, ne ilk ne de son kez yaşanan bir paradoks. Ve sanırım bu paradoksun kesin bir çözümü henüz bulunamadı. Ama beni, bu ve bunun benzeri muhalif ya da en azından uyumsuz/hoşnutsuz söylemlerin taşıdığı dönüştürücü potansiyel ilgilendiriyor. Beat Kuşağı, Hollywood malzemesi uçarı beatnik'leri doğururken, başka imkânları da tenlendirdi ve edebiyat tarihine geçen katkıları bir yana, hâlâ süregelen yaratım süreçlerine de yol açtı. Bugün "neo-beat"le ya da siberpunk'la yaşanan süreç de, ister istemez, çıkmaz sokakların yanı sıra özgürlüğün yaylalarına da patikalar açacaktır.

William Seward Burroughs, 1970'te yayımlanan ve (kendisinin de kuşkusuz gülümseyerek karşılayacağı gibi...) artık baskısı tükendiği için yalnızca elektronik-metin halinde elde edilebilen "Elektronik Devrim" adlı denemesinde[5], sözünü ettiğim paradoksal durumu gayet iyi açıklıyor: "Başlangıçta sözcük vardı ve sözcük Tanrı'ydı ve o zamandan beri sır olarak kaldı. Sözcük Tanrı'ydı ve sözcük dile getirdiğimiz et'ti. Tam olarak neyin başlangıcındaydı sözcük? YAZILI tarihin başlangıcında. Genellikle konuşulan sözcüğün yazılı sözcükten önce geldiği sanılır. Ben, bildiğimiz biçimiyle konuşulan sözcüğün yazılı sözcükten sonra geldiğini düşünüyorum. Başlangıçta sözcük vardı ve sözcük Tanrı'ydı ve sözcük et'ti... insan eti... YAZI'nın başlangıcında... Hayvanlar konuşurlar ve enformasyon iletirler, ama yazmazlar. Gelecek kuşaklar ya da kendi iletişim sistemlerinin sınırı dışında kalan hayvanlar için enformasyonu erişilebilir kılamazlar. Bu insanlar ve hayvanlar arasındaki can alıcı farktır. YAZI. (...) 'Bu sonun başlangıcı.' Bu, Washington'daki büyükelçiliklerden birindeki bir bilim ataşesinin, laboratuvarda üretilen bir sentetik gen ile ilgili rapora gösterdiği tepkiydi... 'Herhangi bir küçük ülke, tedavisi olmayan bir virüs yapabilir. Yalnızca küçük bir laboratuvarda yapabilir bunu. Herhangi bir küçük ülke, iyi bir biyokimyagerle bu işi yapabilir.' Bu mantıkla, büyük bir ülkenin bu işi çok daha hızlı ve iyi bir biçimde yapabileceği söylenebilir. (...) Elektronik Devrim'de bir virüsün çok küçük bir sözcük ve imge öğesi olduğu kuramını geliştiriyorum." Bilimsel bir teori de iki ya da daha çok ucu açık bir imkânlar toplamıdır. Bir virüs, tüm insanlığın sibernetik köleleştirilmesi için de kullanılabilir, "iktidar" kavramının anlamının boşaltılması için de. Ama bir virüs "kullanılabilir" mi? Yoksa virüs, doğası gereği kendisini kopyalayarak çoğalan, tümüyle otonom bir varlık mıdır? Belki de imkânın adı "virüs"tür...

kitap-lık dergisi, Bahar 1998, Yapı Kredi yayınları



[1] http://www.virgin.fr/virgin/html/us/nostalgia/route66/beat_generation.html

[2] http://www.charm.net/~brooklyn/LitKicks.html (ayrıca başka bazı ilginç adresler de şu sitede bulunabilir: http://www.mnsfld.edu/~julrich/beatweb.html)

[3] Konferansın tüm bildirileri, "The Eight ACM Conference on Hypertext" adlı yayında bulunabilir (Editörler: Mark Bernstein, Leslie Carr ve Casper Osterbye, New York: ACM, 1997)

[4] Örneğin, edebiyat tekniklerinin ulaşabileceği boyutlar açısından ilgi çekici bir örnek olan "Grammatron" gibi iddialı bir projenin hayat bulduğu, "webmaster"ı Mark Amerika'nın ironik bir biçimde "Amerika On Line" diye adlandırdığı ve nitelikli edebi çalışmaların da yer aldığı "avant-pop shamantic web" sitesi: http://www.altx.com/ (bu sitede de Beat Ruhu'nun kol gezdiğini eklemeye gerek yok !)

Ya da, gerçek bir organizasyona dönüşmüş ve "hacker/phreak" kültürünün önemli temsilcilerinden biri olan FireHorse. Bu site de William S. Burroughs'u baş köşeye oturtuyor: http://www.firehorse.com.au/contents.html (bu siteden açılacağınız "link"lerde dolaşırken, en azından bilgisayarınızın bazı tehlikelere açık olduğunu göz önünde bulundurun. Zaten sık sık riskli bir zone'da bulunduğunuz uyarısını alırsınız, "hacker etiği" gereği... Ama W.S.B.'nin İnterzone'u da riskli değil miydi, ya da Rimbaud'nun Afrika'sı ?)

[5] "THE ELECTRONIC REVOLUTION BY WILLIAM S. BURROUGHS", 1970 Expanded Media Editions, Published by Bresche Publikationen, Germany (no longer in print, e-text transcription By Flesh, 01/16/92). Metnin tamamının bulunabileceği birçok siteden biri: http://www.hyperreal.org/wsb/ (Ayrıca birçok zor bulunur W.S.B. metnini de içermekte.)

17 Nisan 2007

E-polis devleti

İnternet içeriğinin sansürü için yeni bir “e-devlet hizmeti” geliyor! E-devlet, “e-polis devleti”ne doğru evriliyor…

Devletin bilgi toplumu stratejisini mekanik e-devlet projelerinden ibaret görme saplantısı mantıksal sonuçlarından birini daha verdi. Ulaştırma Bakanlığı’nın “elektronik ortamda işlenen suçların önlenmesi” ile ilgili tasarısı, internet içeriğinin izlenmesi, denetlenmesi ve sansür edilmesi için yeni bir “e-devlet hizmeti” öngörüyor! Telekomünikasyon Kurumu bünyesinde “Bilişim Güvenliği Başkanlığı” kuruluyor. Bilgiyi kendi malı kabul eden devlet, kulları arasındaki iletişimi denetlemeyi de hak olarak görür tabii. Hükümetin iftihar ettiği e-devlet atılımı, “e-polis devleti”ne doğru evriliyor!

“Hukuk devleti”, pratik olarak hukukun yurttaşlar lehine ve devlete rağmen üstün kılınmasıdır. Çünkü devletler, her zaman ve her yerde “düzenleme”den “denetleme”yi anlarlar. “Güvenlik” ile “hak ve özgürlükler” arasındaki dengenin teminatı, hukuk devleti ilke ve kuralları çerçevesinde ancak yurttaş inisiyatifleri ve sivil toplum girişimleri ile sağlanır. Bu inisiyatifin şu ya da bu nedenlerle engellendiği, baskı altına alındığı ve yıldırıldığı durumlar, Çin’de olduğu gibi, “devlet güvenliği” gerekçesiyle bir elektronik foruma mesaj yollamanın ölüm cezasıyla tehdit edildiği “düzenleyici mevzuat”larla sonuçlanabilir.

Bu aşırı bir örnek sayılabilir, ancak mantık her zaman sonucuna ulaşma eğilimindedir. Denetleme ABD ya da AB’de olduğu gibi “çocuk pornografisi” ve “ırkçı söylemler”in denetlenmesi maskesiyle başlar, giderek tüm iletişimin denetlenmesi ve sansür edilmesi çabalarıyla sonuçlanır. Türkiye’de yaşanan da tam olarak bu!

“Çocuk pornografisi” işin bahanesi. Hükümet bu konuda ciddi olsaydı, 2001’den beri çocuk pornografisine yönelik ek protokolü imzalamamakta ayak diremez veya on yıl önce imzalanan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirirdi. Çocuk emeğinin sömürülmesi, çocuk suçluların sayısındaki artış, fiziksel şiddete uğrayan çocukların sayısındaki patlama göz önünde bulundurulduğunda, çocuk tacizi gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmiş durumda.

Hükümet bu “verimli” bahaneyi kullanarak iletişim ve ifade özgürlüğünü kısıtlamayı, denetim ve sansürü meşrulaştırmayı amaçlıyor.

Bugün müstehcenlik, yarın kumar derken, her türlü muhalif içeriğin sansür edilmesinin yolu açılıyor. Nitekim tasarının “zararlı içerik” tanımı ve 301 dâhil olmak üzere referans olarak verilen TCK maddeleri bunu açıkça gösteriyor.

Hukuk devleti ilke ve kuralları, asıl yurttaşların iletişim ve ifade özgürlüğünü korumasını meşru kılıyor.

Bu en temel topluluk haklarımızı korumak yalnızca bilişim sivil toplum kuruluşlarının değil hepimizin görevi.

İster "elektronik" ister "ekonomik" isterse 220 v şehir "elektriği "olsun, e-polis devleti bildiğimiz “polis” ve “devlet” sözcüklerinin “yenilikçi” bir sentezinden ibaret olacak; ve inanın, uyruklarını “e” önekine göre yönetmeyecek.

“Net hakkında hala coşkuluyuz, tıpkı Walt Whitman’ın trenler ve telgraf hakkında duyduğu coşku gibi. O trenlerin ve telgrafın bizi birleştireceğini, bizden bir topluluk yaratacağını düşünüyordu. Trenlerin bir gün toplama kamplarına da gideceğini öngöremezdi elbette.” (Andrei Codresku)

BThaber, 16 - 22 Nisan 2007 / s:616 (geliştirilmiş versiyon)

03 Nisan 2007

Hem “orada” hem “burada”: Mobil Toplum?

Atom-bireyler arasında kurulan potansiyel etkileşim ağı, ciddi bir sosyo-ekonomik dönüşüme işaret ediyor. “Bilgi çağı”, “iletişim devrimi” gibi nitelemelerin en simgesel göstergelerinden biri, hemen her sözcüğün başına takılan “e” önekiydi. Artık “m” harfi baskın: m-ticaret, m-reklam, m-borsa, m-banka, m-kütüphane, m-devlet, m-eğitim, m-sanat, m-oyun, m-terör, m-seks…


Giderek ucuzlayan ve güçlenen işlemcilerle donatılmış sayısız aygıtın birbiriyle sayısal diller aracılığıyla anlaştığı devasa bir ağ ufukta beliriyor. Teknolojiler yakınlaşıyor. Bilgisayar, internet, cep telefonu, fotoğraf makinesi, video kamera vb. arasındaki sınırlar kalkıyor. Bilgi ve iletişim teknolojileri ve küresel ağların “coğrafi yer” kavramını ortadan kaldıracağı söylendi. Kızılötesi, bluetooth, WAP, GPRS, SMS, MMS, Wi-Fi, WML, telematik vb. derken, mobil iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimiyle bu iddia artık gerçekleşme yolunda.


Son derece dinamik kullanım potansiyellerine sahip mobil iletişim teknolojileri, “uzakta” ve “burada” olmak arasındaki karşıtlığı eritiyor. Aynı anda iki yerde birden olmak mümkün hale geliyor: hem uzaktasınız hem de burada… Hem “burada” değilsiniz, hem de erişilebilirsiniz…


Artık bilgisayarlaşan ve “taşınabilir iletişim aygıtı” olarak anılan cep telefonları, “teknolojilerin yakınlaşması” (convergence) olgusunun en somut örneği: küresel enformasyon ağları, uydu teknolojileri ve genişbant radyo frekanslarına dayanan kablosuz iletişimin birlikteliğinden oluşan yeni bir teknik sentezi, telefon gibi görece eski, “sıradan” ve bir o kadar da “popüler” bir teknolojiye bağlıyor. Devasa ve anlık enformasyon akışı, metin, ses ve görüntü, yani sıfırlar ve birler halinde, fiziksel mekanın herhangi bir noktasından erişilebilir hale geliyor. Mobil iletişim, “coğrafi yer” kadar zamanın organizasyonunu da dönüştürüyor: sabit bir yerden hareketle zamanı organize etmek için gerekli iletişim ve enformasyon faaliyetlerinin zamana dayalı koordinasyonunu gereksiz kılıyor. İşte ya da evde, tümüyle bireyin isteğine bağlı, esnek bir zamanlama imkanı yaşam tarzlarını da esnetiyor. Mobil yaşamın geçirgen hale getirdiği bir başka sınır da, kamusal ve özel alan arasındaki ayrım. Kamusal alanlarda cep telefonu kullanımı, yani bireyin uzaktaki ötekilerle herkes tarafından yarısı duyulabilir konuşmaları, “özel hayat” ve “kamusallık” algımızı değiştiriyor.


Mobil iletişim ağı, artık yer ve zaman içinde fiziksel bir mevcudiyete sahip olmak zorunda olmayan bireyler arasında, akışkan ve öngörülemez bir etkileşim platformu yaratmaya başlıyor. “İletişimin gayri merkezileşmesi”, şimdiye kadar bir ölçüde ayırt edilebilir gibi görünen “sanal” ve “gündelik” yaşam arasındaki sınırda gedikler açıyor ve hiç kuşkusuz toplumsal ilişkileri de derinden dönüştürüyor.(1)


Bu yeni “toplumsallığı” belirleyen etkenler ise tamamen gerçek: üreticiler, operatörler, hizmet ve içerik sağlayıcılardan oluşan oyuncular; ekonomik ve hukuksal bağlam; aygıtların kullanılabilirlik potansiyelleri; ve “sahip olmama”yı sosyal bir ayıp haline getiren kültürel ve simgesel evren…


Atom-bireyler arasında kurulan bu potansiyel etkileşim ağı, ciddi bir sosyo-ekonomik dönüşüme işaret ediyor. “Bilgi çağı”, “iletişim devrimi” gibi nitelemelerin en simgesel göstergelerinden biri, hemen her sözcüğün başına takılan “e” önekiydi. Artık “m” harfi baskın: m-ticaret, m-reklam, m-borsa, m-banka, m-kütüphane, m-devlet, m-eğitim, m-sanat, m-oyun, m-terör, m-seks… Gerçekten de mobil iletişim teknolojileri ve mobil ağlar, bireylerin, toplulukların, iş dünyasının, ikili ilişkilerin, politik faaliyetlerin yaşamsal ve kültürel evrenini köklü bir dönüşüme uğratıyor. İş yapma, eğlenme, tüketme, örgütlenme, yönetme, eylemde bulunma tarzları ve rekabetten işbirliğine, çatışmadan taraftarlığa, arkadaşlıktan aşka her türlü sosyal ilişki, kamusallıkla özel hayat arasındaki sınırların geçirgenleşmesi ve zaman-mekan algısının bir “mobil etkileşim evreni” içinde dönüşüme uğramasıyla geri dönülmez bir biçimde farklılaşıyor. Çünkü, mobil iletişimin bilgisayarlaşma ya da internetten farkı, zengin kullanılabilirlik potansiyelleri sayesinde, kültürler, etnik kökenler, toplumsal statüler, yerleşimler vb. arasında ayrım gözetmeden yayılma eğiliminde olması.


Toplumsal ve ekonomik faaliyetlerin mobil hale gelmesi “yeni toplumsal devrim” olarak adlandırılıyor. “Mobil toplumsal ağlar/şebekeler”, internet ve mobil iletişim başta olmak üzere bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanımının mümkün kıldığı yeni bir “toplumsal koordinasyon biçimi”ni ortaya çıkarıyor. Yazar Howard Rheingold, bu “işbirliği teknolojileri”ni, “smart mobs” olarak adlandırıyor. (2) Mobs”, yani “mobil”in kısaltması ve sözcüğün argo anlamı olan “çete”nin birlikte simgeselleştirdiği, yeni toplumsallık türü… Akıllı, uyanık, esnek bağlarla birbirine bağlı, bir çete gibi her an kurulup dağılabilen, mobil, yani göçebe bir toplumsal işbirliği/koordinasyon “teknolojisi”… Ama çetelerin kural tanımaz esnekliği ve ele gelmez göçebeliğinin barındırdığı karanlık anlamları da taşıyan bir toplumsal birliktelik… Rheingold’un “smart mobs” ile anlamlandırmaya çalıştığı “mobil toplumsal şebekeler”, yepyeni işbirliği ve dayanışma kültürlerini, farklı ve daha etkin demokratik eylem tarzlarını mümkün kıldığı gibi, kaotik ve öngörülemez terör organizasyonlarını ya da eşine rastlanmadık gözetim/denetim biçimlerini, her yerde hazır ve nazır mobil polis devletini de ortaya çıkarabilir.


Toplumsallığın en güçlü dinamiklerinden biri olan eğlence de farklılaşıyor. Mobil oyun dünyası devasa bir sektör haline gelme yolunda. Çevrimiçi oyun, ya da çok oyunculu oyun evrenleri, mobil iletişim teknolojileriyle aslında fiziksel mekanın içine girdi, kent sokaklarına sızdı. Şehirlerde bir takım insanlar, iki sokak ötedeki bezerlerini cep telefonları, PDA’larıyla avlıyor, takımlar (akıllı çeteler) oluşturup yeni toplumsal etkileşim tarzları geliştiriyor.


Mobil iletişim kendi yer altı kültürünü de yaratıyor. Hacker’lar, mobil iletişim patlamasıyla birlikte “whacker”lara (wireless hacker) dönüşüyor. Bisikletleri veya kay kaylarıyla, sırt çantaları ve PDA’larıyla şehirlerde mobil erişim noktası avına çıkan mobil gerillalar, kırmızı noktalarla yeni haritalar yaratıp “özgür şebekeler” (free networks) kuruyor. Şehir kertenkeleleri de, kamyon arkasına takılan uyanık çocuklar misali, gördükleri saf turistlerin cep telefonlarına bluetooth yoluyla anonim mesajlar yollayıp mobil bant genişliklerine parazit oluyor (bluejacking).

Japonya’da bir liseli kızın gün içinde gönderdiği SMS sayısı 100 ile 150 arasında değişiyor. 2001 yılında dünyada 20 milyardan fazla SMS mesajı çekildiği sanılıyor. “Metinleme” (texting) olarak mobil kültür sözlüğüne geçen SMS, multimedya özellikleriyle de donanarak (MMS, kamerafonlar ve Wi-Fi) hayatın her alanına müdahale ediyor. Hem “orada” hem “burada” olmanın sanallığını görüntü, ses ve metin kombinasyonuyla mevcudiyete büründürüyor.

Cep telefonunun ülkemizde de en bildik “kültürel” boyutlarından biri olan SMS, hükümet düşürecek kadar güçlü bir “politik eylem teknolojisi” olabiliyor. 20 Ocak 2001’de virüs gibi yayılan SMS mesajlarıyla bir araya gelen bir milyon Manila’lı, “akıllı şebeke”nin gücünü gösterdi ve Filipinler Başkanı Joseph Estrada’nın düşüşünü hazırladı. 1999’da, Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü toplantısı, mobil iletişim ve internetin etkisiyle en geniş küreselleşme karşıtı gösterilerden birine sahne oldu. Geçtiğimiz yıl saygın sanat mekanlarından Tate Modern, kablosuz internet bağlantısı yoluyla gerçekleştirilen, bir zamanların Fluxus “posta sanatı”na benzeyen bir toplu performansı duvarları arasında konuk etti. Avrupa’nın şehirlerinde yeni bir toplumsal eğlence/performans biçimi, yani birbirini tanımayan insanların SMS mesajlarıyla örgütlenerek herhangi bir mekanda öngörülmedik bir kısa eylemde bulunup dağılması, “flash mob” adıyla kentli kültürüne sızdı bile.

Toplumsal dayanışma kültürünün kendisine yeni yollar bulduğu Brezilya’da, mobil iletişim ve kablosuz internet, işgücü eğitiminden yerel yönetimlere yurttaş katılımına, farklı doğrudan demokrasi deneyimlerinin teknolojik altyapısı haline geliyor. Ülkenin yeterli iletişim altyapısıyla donatılmaktan uzak kırsal bölgelerinde mobil teknoloji ve açık kodlu yazılımlarla donanmış gönüllüler, yoksul halkın gündelik yaşam koşullarının iyileştirilmesi için etkili “toplumsal dayanışma ağları” kuruyorlar. (3) Farklı bir “dayanışma ekonomisi”nin temsilcisi olan bu ağlar, Rheingold’un sözünü ettiği “toplumsal koordinasyon teknolojisi”nin en devrimci örnekleri arasında sayılabilir.

Teknoloji birbirine karşıt potansiyellerle yüklüdür. Trenler sevgilileri buluşturduğu gibi toplama kamplarına da gider. Mobil iletişim teknolojileri de yeni ve daha demokratik toplumsallık biçimlerinin oluşumuna yol açabileceği gibi, şimdikinden daha da köle bir tüketim toplumunun yaratılmasına, giderek tüm iletişim ve etkileşimin bu teknolojilerin mümkün kıldığı araçlarla dinlendiği ve denetlendiği bir faşizme de götürebilir. Salt tüketici mi yoksa etkin kullanıcılar mı olacakları, mobil gettolarında çokuluslu şirketler ve aynı-anda-her-yerde olan gözler/kulaklar tarafından kolonileştirilecekleri mi yoksa düşünce ve ifade özgürlüğünün toplumsal şebekelerinde yepyeni bir demokrasiyi mi yeşertecekleri, bireylerin kendi yaratıcılıklarına ve bağımsızlık duygularına bağlı…

NOTLAR:

[1] Geoff Cooper, Nicola Gren, Ged M. Murthag, Richard Harper, “Mobile Society?Technology, Distance and Presence”, Virtual Society? Technology, Cyberbole, Reality içinde, derleyen: Steve Woolgar, Oxford University Pres, 2002, sf. 286-301

[2] Howard Rheingold, Smart Mobs: The Next Social Revolution, Perseus Publishing, 2002 (H. Rheingold, “sanal topluluk” kavramını ortaya atan, sayısal devrimin Silikon Vadisi’nin ergen milyonerleriyle değil, Charles Babbage, John von Neumann gibi vizyonerlerle başladığını savunan bir yazar, editör ve bilimsel danışmandır. Yazdıkları arasında, “Sanal Topluluklar” (Virtual Communities), “Sanal Gerçeklik” (Virtual Reality), “Düşünce Araçları” (Tools for Thought) gibi siber alemin kült kitapları bulunmaktadır.

[3] Euclides André Mance, La Révolution des Réseaux, Portekizceden çev. Marjorie Yerushalmi, Descartes & Cie, Paris, 2003, sf. 96-109

(Mobimag, Şubat 2004)