17 Mart 2010

Telif hakları insan haklarından daha mı önemli?

Küçük bir grubun ticari çıkarlarını korumak bahanesiyle sadece iletişim özgürlüğümüze değil, özgürlüğümüzün kendisine kastedecekler. Hem telif hakkı lobilerini memnun edecekler, hem de internetin denetlenmesi, sansürlenmesi ve erişimin izlenmesi adına güçlü bir araç yaratmış olacaklar.

“Kitap, kitap olarak yazarındır, ama düşünce olarak tüm insanlığa aittir. Tüm zekâların onda hakkı vardır. İki haktan biri feda edilecekse, yazarın hakkı ya da insan ruhunun hakkı, kuşkusuz bu yazarın hakkı olmalıdır. Çünkü öncelik kamusal faydadadır ve toplum bizlerden önce gelmelidir.” (Victor Hugo, Uluslararası Edebiyat Kongresi açılış konuşması, 1878) Hugo, 132 yıl önce, bugün yaşadığımız paradoksu çözmüştü: Telif hakları bir grubun haklarıdır ve insanlığın temel haklarından önce gelemez; “eser” eser sahibine ait olabilir, ama yaratımında tüm insanlığın ortak hakkı vardır.

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nunun sorunlu Ek 4. maddesi ile, bugüne kadar yaklaşık 3 bin site erişime engellendi. Şimdi yasanın yenileneceğini ve Mart ayında yürürlüğe gireceğini öğreniyoruz. Buna göre, internette telifli içeriği izinsiz indiren kullanıcıların internet erişimleri engellenebilecek. Yani sitelere erişim engelleyerek sansür uyguladıkları yetmedi, şimdi de kullanıcıların iletişim özgürlüğünü engelleyecekler! Üstelik kimin hangi içeriğe ulaştığını izlemek bahanesiyle bir ticari çıkar grubu (MÜYAP), tüm iletişimimizi izleyip özel hayatımızın gizliliğini ve mahremiyet hakkımızı ihlal edecek…

Kaldı ki işlerin bununla kalmayacağını, para ve hapis cezalarının da geleceğini öngörmek yanlış olmaz. Küçük bir grubun ticari çıkarlarını korumak bahanesiyle sadece iletişim özgürlüğümüze değil, özgürlüğümüzün kendisine kastedecekler. Üstelik iktidar bunu yaparken bir taşla iki kuş vurmuş olacak: Hem telif hakkı lobilerini memnun edecekler, hem de internetin denetlenmesi, sansürlenmesi ve erişimin izlenmesi adına güçlü bir araç yaratmış olacaklar. Bu, bir "eşik etkisi" yaratacak. Bu "kullanışlı aracın" telif hakları olması aslında çok ironik bir durum.

Eylül 2009 tarihinde yasalaşan ve yılbaşında yürürlüğe giren Fransız sayısal içerik koruma yasası HADOPI’nin kanun koyucularımızın esin kaynağı olduğu anlaşılıyor. Bu yasa daha önce idari yetkinin özel gruplara devredildiği ve iletişim özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle Fransız Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Bir kaç değişiklikle yasa tekrar geçirildi, ama karşı hukuk mücadelesi sürüyor. Telif hakları lobisinin bu yasanın mantığını Avrupa Birliği çapında bir konvansiyona dönüştürme girişimleri ise, AB tarafından Kasım 2009’da kabul edilen ve internet erişim hakkının ihlal edilemeyeceğini öngören “İnternet Özgürlüğü Provisyonu” ile boşa çıkarıldı. Fransız HADOPI’nin izinden giden yeni FSEK’imiz bu provizyonla çelişecek, ama zaten Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı olacak.

Telif hakları, 1550’lerde İngiltere kraliçesi (Kanlı) Mary tarafından Gutenberg devrimiyle gelişen düşünce özgürlüğünü bastırmak için, sarayın onayladığı eserleri basan matbaacılar birliği “London Company of Stationers”a verilen kitap basma tekeliyle ortaya çıkmıştı. Şimdi de internet devriminin getirdiği düşünce, ifade ve iletişim özgürlüğünü, bilgiye erişme hakkını ve özel hayatın gizliliğini baskı altına almak için hükümetler ve çıkar grupları tarafından kullanılıyor.

İnternetle ilgili olarak asıl ihtiyaç duyduğumuz düzenleme, internet erişiminin temel hak ve özgürlüklerimizin bir parçası olarak anayasal koruma altına alınması, yeni sansür düzenlemeleri değil!

09 Mart 2010

Oyunun Kuralı - “Ulusal İnovasyon Bankası”

İnovasyonun finansmanı, küresel finansal sistemin yeniden yapılandırılması döneminde en acil ihtiyaçlardan biri olacak. Krizden çıkış geçici iyileşmelerle değil gerçek bir büyüme ivmesiyle olacak, bu da inovasyona bağlı. İnovasyonun finansmanı için yeni bir model öneriliyor: “Ulusal İnovasyon Bankası”...

Son küresel kriz, sadece finansal sistemi ve reel ekonomiyi değil, inovasyonun finansmanını da vurdu. Risk sermayesi ve girişim sermayesi sektörü küresel ölçekte ciddi sıkıntı içinde. ABD’de risk sermayesi destekli şirketlerin halka arzı 1990‘lar seviyesine indi; toplam risk sermayesi yatırımı yılda 20 Milyar Doların altına düştü. Bush döneminin en acı miraslarından biri, ülkenin bilim, teknoloji ve inovasyonda öncü konumunu kaybetmesi ve ilk kez ciddi bir beyin göçü tehdidiyle karşılaşması oldu. ABD ekonomisinin dinamizmini kaybetmekte olduğu giderek daha yüksek sesle dile getiriliyor. Krizden çıkış geçici iyileşmelerle değil gerçek bir büyüme ivmesiyle olacak, bu da inovasyona bağlı.

Harvard Business Review’in Ocak-Şubat 2010 sayısında, 2006 Nobel İktisat Ödülü sahibi Edmund S. Phelps’in Leo M. Tilman ile birlikte yazdığı bir makale yayınlandı. Yazarlar, ekonomiye dinamizmini yeniden kazandıracak inovasyon projelerine kaynak yaratmak için mevcut finansal sistemin uygun olmadığını, finansal kurumların şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzak olduğunu ve inovasyon konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmadıklarını iddia ediyor. Bu krizin asıl kaynağı, yıllardır askeri-endüstriyel komplekslerle şaibeli ilişkisi sayesinde reel ekonomiyi zorladığı yönetişim düzeninden kendisi kaçan küresel finansal sistem olduğuna göre, bu yerinde bir iddia. Finansal kurumlar, reel ekonomiyi ve inovasyonu desteklemek yerine bulanık ortamda para kazanıp kazançlarını emlak balonunu şişirmek için kullandılar. Şimdi yönetişime geçmek zorundalar, ama uyum sağlamaları zaman alacak.

Phelps ve Tilman, inovasyonun bir kamu politika hedefi olarak önceliklendirilmesini, hükümet sponsorluğunda ve ticaret bankası kimliğinde bir “Ulusal İnovasyon Bankası” kurulmasını, kapsamlı inovasyon projelerine bu bankanın yatırım yapmasını veya kredi vermesini öneriyorlar. Bankanın risk yönetimi ve teşvik sistemleri konusunda uzmanlaşmasını, tümüyle şeffaf olmasını ve gerek siyasal gerekse kamusal baskılara karşı bir direnç mekanizmasıyla donatılmasını öngörüyorlar.

İnovasyonun finansmanı, küresel finansal sistemin yeniden yapılandırılması döneminde en acil ihtiyaçlardan biri olacak. ABD, Brezilya gibi örnekleri iyi inceleyip bir inovasyon yasasına ve yeni finansman modellerine odaklanmamızda büyük yarar var.