09 Nisan 2010

Oyunun Kuralı - Yeni bir bakanlığımız oldu!

TBMM’ne sunulan “E-Devlet ve Bilgi Toplumu Yasa Tasarısı”, e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu ve DPT’nin, bu arada göstermelik de olsa orada bulunan sivil toplum kuruluşlarının sürecin tamamen dışına itilerek etkisizleştirildiğinin; Bilgi Toplumu Stratejisi’nin iflas ettiğinin; BİT alanının katılımsız ve yönetişimsiz bir merkeziyetçi yönetsel modelin insafına bırakıldığının resmidir.

Daha önce bu köşede bir çok kez söz ettiğim (BtHaber, S: 738, 740, 746, 758, 762), e-dönüşüm projesiyle ilgili operasyonun yeni bir aşaması gerçekleşiyor: Geçtiğimiz hafta TBMM’ne sunulan “E-Devlet ve Bilgi Toplumu Yasa Tasarısı”nın e-devlet hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin usul ve esasları belirleyen 19’uncu maddesi, Ulaştırma Bakanlığı’nı bilgi ve iletişim teknolojileri alanının “patronu” haline getiriyor. Başbakanlık bünyesinde kurulması planlanan Bilgi Toplumu Ajansı, bu tasarıyla rafa kalktı. Ulaştırma Bakanlığı tüm devlet birimlerinin e-devlet uygulaması için başvuracağı tek adres olacak. Bu görevi, 2003 yılında çıkartılan Başbakanlık Genelgesi ile ve e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu’nun sekreteryası kimliğiyle DPT yürütüyordu. Yeni kanunlar için düzenleme yapmak ve diğer kamu kurumlarını izlemekle görevlendirecek Bakanlık bilişimde en yetkili kurum olacak. Böylece Bakanlık, BTK aracılığıyla kontrol ettiği telekomünikasyon hacmine yaklaşık 5 milyar dolarlık bir hacmi temsil eden bilişim projelerini de ekleyerek ciddi bir ekonomik büyüklüğün idaresine geçecek.

Bu yasa, İcra Kurulu ve DPT’nin, bu arada göstermelik de olsa orada bulunan sivil toplum kuruluşlarının sürecin tamamen dışına itilerek etkisizleştirildiğinin; Bilgi Toplumu Stratejisi’nin iflas ettiğinin; BİT alanının katılımsız ve yönetişimsiz bir merkeziyetçi yönetsel modelin insafına bırakıldığının resmidir. Bu yasayla, henüz yetkilendirilmemiş bile olsa (ki çok geçmeden bu da gerçekleşecektir), Bakanlık fiili olarak Ulaştırma ve BİT Bakanlığı’na dönüşmüş oluyor.

Bakanlığın BİT alanına nasıl baktığı internet’e bakışından anlaşılabilir. İnternet konusundaki konumumuz ise AB İlerleme Raporu ve AGİT Raporu’ndaki açık eleştirilerden ve Sınır Tanımayan Gazeteciler’in son “İnternet Düşmanları Raporu”ndaki “gözetim altındaki ülkeler” ligine girmemizden belli. Salt kamu odaklı ve merkeziyetçi yönetsel modelle “millileştirilmiş” bir internet ve BİT alanı hayali kuruyorlar. Oysa artık “e-devlet” terimi bile kadük kaldı, onu yerine “bağlantılı yönetişim” deniyor! Bu gelişmeler karşısında dönüp yönetişimin etkili tarafı olması gerekenlere bakıyoruz: Heyhat! Sivil toplum kuruluşlarımız, İcra Kurulu’nda gösteremedikleri katılımı 5651 kod adlı sansür yasasıyla kurulmuş İnternet Kurulu’nda konumlandıkları müphem “danışmanlık” statüsüyle gösterebileceklerini sanıyorlarsa çok yanılıyorlar!

Oyunun Kuralı - Politikasızlık ve “yönetişim fobisi”

Politika geliştirme sürecinin en büyük zaafının ve sonrasında strateji, taktik, eylem planı ve uygulama düzeyinde yaşanan başarısızlığın mantıksal nedeninin, “yönetişim fobisi” olduğunu düşünüyorum. Politika ulusun örgütlü tüm taraflarını ilgilendirir, o tarafların katılımıyla yapılır ve gerçekleşmesinin koşulu etkin yönetişimdir.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Huawei Türkiye AR-GE Merkezi açılış töreninde yaptığı konuşmada, “ulusal bilim ve teknoloji vizyonumuz, toplumda bilim ve teknoloji kültürünün benimsenmesini sağlamak, bilim ve teknolojiyi ürüne dönüştürerek, ulusal yaşam düzeyini yükseltmektir” demiş. Bunun vizyon değil de misyon olması bir tarafa, güzel cümleler bunlar. Ama bu hedeflere nasıl ulaşılacağı konusunda bir vizyon, bir politika ve bir strateji de ortaya koymanız gerek. Yıldırım bu sorunu “sihirli sayıya”, yani 2023 Vizyonuna referansta bulunarak çözmüş! Ama bildiğim kadarıyla hazırlamak için onca emek sarfedenler başta olmak üzere herkes vizyon dokumanından umudunu kesmiş durumda ve bunun nedeni olarak da kamu yönetiminin ilgisizliğini gösteriyorlar. Bu doküman da o çok övünülen “Bilgi Toplumu Stratejisi”nin, raflarda yığılan onca politika, strateji belgesi, BTYK kararı, Şura raporunun kaderini paylaşıyor.

Tesadüf bu ya, Bakan’ın bu açıklamayı yaptığı sıralarda TÜBİTAK ULAKBİM tarafından 1981-2007 arasında Türkiye adresli olarak üretilmiş bilimsel yayınların sayısı ve etki değerini ele alan "Türkiye Bilimsel Yayın Göstergeleri (II)" adlı kitap yayınlandı. Kitabın tartışıldığı çalıştayda Türkiye’nin bir ulusal bilim-teknoloji politikası olup olmadığı konusu da masaya yatırıldı ve ortaya pek de olumlu bir sonuç çıkmadı. Çalıştayın sonuçları hükümet, YÖK, TÜBİTAK, TÜBA ve üniversiteler açısından da iç açıcı değildi. Politikamız olmadan, bilim ve teknolojiyi üreten kurumları iyileştirmeden nasıl olup da “bilim ve teknolojiyi ürüne dönüştürerek ulusal yaşam düzeyini yükseltmek hedefini gerçekleştireceğiz” sorusu ortada duruyor!

Türkiye’de politika geliştirme sürecinde yaşanan zaaflar söz konusu olduğunda, önceliği konjonktüre teslim olup geleceği öngörme yeteneğini kaybeden “siyasi irade”ye vermek adettendir. Ben “siyasi irade” de dâhil tüm taraflar için geçerli olmak üzere, politika geliştirme sürecinin en büyük zaafının ve sonrasında strateji, taktik, eylem planı ve uygulama düzeyinde yaşanan başarısızlığın mantıksal nedeninin, “yönetişim fobisi” olduğunu düşünüyorum. Politika ulusun örgütlü tüm taraflarını ilgilendirir, o tarafların katılımıyla yapılır ve gerçekleşmesinin koşulu etkin yönetişimdir.

Bu iş öyle yetki, iktidar, bakanlık hayalleri kurarak olmuyor. Güç ortada, taraflara eşit uzaklıkta, anonim bir alanda yer alıyor. Bilgiyi ve iktidarı paylaşmadan yönetemezsiniz...