11 Haziran 2010

Google skandalı, Türkiye’nin internet sansürü serüveninde “eşik etkisi” yaratır mı?



Bir şeylerin dönüştüğü kesin. Daha önce harekete geçmeyenler sorular sormaya, meseleyi anlamaya çalışıyor. Bir zamanlar hareketli olup umutsuzluğa kapılanlar uyanıyor. Yeni birliktelikler, hareketler, platformlar doğuyor. Farklı demokratik eylem biçimleri yoğun bir şekilde tartışılyor. Toplantılar, gruplar, özel iletişim mecraları örgütleniyor. Öte yandan, “heyecan” yapmak için de henüz erken... gibi duruyor... Bu gelişme bir saman alevi mi, yoksa yaşadığımız bu skandal bizde bir bilinç durumu yarattı mı, kalıcı bir hareket doğurur mu, bunu zaman gösterecek.

Geçtiğimiz hafta, Türkiye’de internet kullanıcılarının neredeyse tamamı Google hizmetlerine erişimde yaşanan kaos yüzünden büyük bir sıkıntı yaşadı. Türkiye’de internet toplam olarak yavaşladı, ağırlaştı, saç baş yoldurdu. Kullanıcılar, Google Docs’da bulunan dosyalarına erişemediler; Google Analytics kullanan bütün sitelere erişimde sorun çıktı, siteler sonsuz döngülerde kayboldu; Google Calendar üzerinde randevularını, katılacağı etkinliklerin kaydını tutanlar kayboldu; Google Code çalışmadığı için geliştiriciler sorun yaşadı; yoğun bir biçimde kullanılan ve Türkiye gibi ülkeler için vazgeçilmez hale gelen Google Translate çalışmadı; Google Groups ile proje geliştiren, haberleşen, etkileşimde bulunan gruplar seslerini kaybetti; Google Scholar kapsamındaki eğitim kaynakları erişilemez hale geldi; Google Sites ve Google Blog’da bulunan binlerce blogla bağlantı kesildi; Gooogle Photos’a fotoğraflarını, görsel malzemelerini yükleyenler, Google Images’da görsel arayanlar sıkıntı yaşadı; haber kaynaklarını, blogları Google Reader’la takip edenler boş bir sayfaya bakakaldı; Google’ın arama motoru tam randımanlı çalışmadı; Gmail gitti geldi, milletin yüreğini hoplattı... Youtube’dan bahsetmiyorum; o zaten engelli...

Sosyal ağlarda, önce “ne oluyor, Google mı çöktü, kablo mu koptu” tartışmaları başladı; sonra internet hizmet sağlayıcılara gelen e-posta metinleri ortama düştü: “Değerli Müşterimiz, 3 Haziran 2010 tarihinde Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'ndan firmamıza iletilen karar sebebi ile Google'a ait bazı IP'lere hukuksal nedenlerden dolayı erişim engellenecektir. Erişimi engellenen IP’ler dolayısıyla, Google’ın bazı uygulamalarına erişememe ya da yavaşlık yaşanması beklenmektedir. Bu engellemenin muhtemel etkileri içerisinde; - Google web sitesine erişimde sorun yaşanması - Reklam vb. analiz verisi için web sitelerinde Google analytics, Google maps gibi Google uygulamalarını kullanan portal veya web sitelerinde erişimlerin yavaşlaması, - Google Toolbar yüklü bilgisayarlarda bazı sitelere yavaş erişme, - Web siteleri dahilinde “google search” kullanan alan adlarına erişimde yavaşlama, - Firmanıza ait Google uygulamalarıyla entegre ya da Google Search’ a dayalı bir takım uygulamalarınızın bu erişim kısıtlamasından etkilenmesi söz konusu olabilecektir.

Bu haberi takiben, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) bu sefer de Google’ı mı engellediği tartışılmaya başlandı, ortam hararetlendi. Erişim engelleme istatistiklerini bile yayınlamaya tenezzül etmeyen TİB, her zamanki gibi internet kullanıcılarından bir açıklamayı çok gördüğü için, doğal olarak, komplo teorileri de dahil, çok sayıda yorum ortalılıkta uçuşmaya başladı. Google’ın internet kullanımına ne kadar entegre olduğu ve bu durumun bireysel ve kurumsal tüm internet kullanıcılarını etkilediği düşünülürse, oluşan infiali doğal karşılamak gerekir.

Haberler sosyal medyadan geleneksel medyaya taşınca, TİB’den bazı bilgiler önce “seçilmiş” medya kuruluşlarına sızdırıldı, infial dinmeyince de resmi bir açıklama geldi mecburen: “Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Ankara, 04.05.2010 Bazı basın yayın organlarında, hakkında erişim engelleme tedbiri uygulanmamış google gibi kimi alan adları/web siteleri ve hizmetlerinin erişimlerinin engellendiği yönünde yapılan haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Tarafımızca tesis edilen işlem, kamuoyunun yoğun gündemini oluşturan İnternet adresleriyle ilgili olmayıp, Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 05/05/2008 tarihli ve 2008/402 no’lu kararı gereği erişimi engelli olan,http://www.youtube.com İnternet adresine ilişkin IP adreslerinin güncellemesinden ibarettir. Sonuç olarakhttp://www.youtube.com a erişim amacıyla kullanılan ve tarafımızca engelleme tedbiri kapsamında güncellenen IP adreslerinin arkasında farklı şirketlere ait alan adı veya çeşitli hizmetlerin barındırılması bu şirketlerin kendi tercihleri ve sorumluluklarındadır. Dolayısıyla bu hizmetlerden yararlanan İnternet kullanıcılarının mağduriyetinin çözümü bahse konu hizmetleri sunan şirketlerin elinde bulunmaktadır.”

Uzun uzadıya anlatmak yerine, TİB’in açıklamasını gördüğümde Friendfeed’de yazdığım yorumu aynen buraya yapıştırayım: “TİB, zaten bildiğimiz şeyi söylemiş: ‘Ben Google'ı değil Youtube'ı engelledim. Ama aklım başıma yeni gelip bakalım bir de IP bazlı engelleme yapayım dediğim için elime yüzüme bulaştırdım, arada Google servisleri de kaynadı. Ama bundan Google suçlu. Benim uluslararası hukuka ve kendi anayasama bile aykırı olan 5651 sayılı yasama uyarak yaptığım bu engellemede Google elimi kolaylaştırıp Youtube'a istediğim zaman engelleyebileceğim tek bir IP atamıyor! Google suçlu, çünkü tüm uluslaarası toplumun dalga geçtiği sansür yasama saygı göstermiyor’... demiş. (mealen :)

Aslında bu yazıyı ne olup bittiğini anlatmak için yazmıyorum. Hepiniz olup bitenleri gayet iyi biliyorsunuz. Ben bunları yazarken sorun hala çözülmüş değil. Çoğunuz sıkıntı yaşamaya ve içinizden rahmet okumaya devam ediyorsunuz. Bu yazının asıl amacı, bu skandalın (artık bu olayla ilgili olarak “Google Skandalı” kod ismini kullanacağım) yarattığı hareketlenmenin, Türkiye’de internet sansürü karşısında oluşan toplumsal muhalefet için bir “eşik etkisi” yaratıp yaratmayacağını sorgulamak.

Bunu sorgulamamın tek nedeni sadece infialin boyutları değil; sorunun kaynağı olan TİB’in şimdiye kadar sadece resmi açıklamalarla ve hükümet üyelerinin söylemleriyle yetinirken, bu kez kendisini savunmak için daha önce kullanmaya pek yeltenmediği PR araçlarını devreye sokması. Başbakan’ın (bir kaç kez tekrarladığı için dil sürçmesi olarak yorumlanamayacak) “otosansür” talebi ve Ulaştırma Bakanı’nın “bu ülkeyi Google mı yönetecek?” çıkışından söz etmiyorum. Bu tür söylemlere alıştık.

“PR araçları” derken son günlerde okuduğum bazı haberleri ve açıklamaları düşünüyorum (Yok, Başbakanla buluşup “otosansür” taleplerini ciddi ciddi dinleyen “internet habercileri”nden de söz etmiyorum!). Burada vereceğim örneklerin kalemlerini veya sözlerini “TİB’e adadığını” filan söylemiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın! Ama bu sözlerin sahiplerinin gerek TİB gerek bünyesinde yer aldığı BTK -Bilgi Teknolojileri Kurumu-, gerekse yazılarımda sık sık sözünü ettiğim, 5651 sayılı sansür yasası kapsamında kurulmuş bulunan, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı İnternet Kurulu ile kurumsal ilişkilerinden dolayı bu soruna pek de nesnel yaklaşamadıklarını gözlemliyorum; hatta iyimser bir tahminle “yanlış yönlendirildiklerini” düşünüyorum. Bu örnekleri aktarmadan önce, TİB açıklamasındaki maddi hatayı da ortaya koymam gerek: Google Skandalı’nı yaratan, Google’ın IP’lerle oynaması değil. Google servisleri zaten bir IP havuzu kullanıyor, bu IP’ler dinamik olarak belli servislerle ilişkileniyor ve bunlar sürekli değişiyor. Bu Google’ın yürüttüğü uluslararası operasyonun teknik bir parçası (“Reverse IP” vb. teknik ayrıntılara hiç girmiyorum, ama internette dinanik IP kullanımından ve bir IP’nin aynı anda bir çok siteye hizmet vermesinden daha doğal bir şey olmadığını belirtmekle yetineyim). Yani, “bir şey yapan” Google değil, TİB. TİB Mayıs ayı sonunda Youtube yasağı ile ilgili olarak, DNS yerine IP temelli erişim engelleme sistemine geçiyor; sorunu yaratan da bu. (Üstelik burada EEKA sunucuları denilen ve Türkiye’nin yurtdışı internet çıkış noktalarına yerleştirilen, tam olarak ne yaptığı bilinmeyen bir takım sunucular vasıtasıyla bu bloklamanın yapıldığı söyleniyor. Bu yöntem sadece erişim engellemeye değil, iletişim dinlemeye ilişkin bir mekanizma olduğu kanısını uyandırıyor, ki bu konudaan bağımsız olarak sorgulanması gereken, vahim bir durum. Bu, şu anda bir dava konusu)

Mesela, Füsun S. Nebil imzalı, sahibi olduğu Türk.internet.com’da yayınlanan “Google, YouTube Erişim Engellemesini Aşıyor mu?” başlıklı haberi, resmi açıklama yayınlanmadan bir gün önce okudum. Haberin özü, tam da TİB’in sonradan gelen açıklamaları gibi suçu Google’da aramamızı öğütlüyordu. Haber, Google’ı “şaşırtmaca taktikleri” kullanarak engellemeyi delmekle suçluyor, hatta Youtube’un “Türk hukuku ile olan sorununu çözmek yerine” “yasağa aptalca bir şekilde takılmış durumda” olduğunu ilan ediyordu! Ulaştırma Bakanlığı’nın Youtube ve Google ile ilgili komplo teorilerini andıran açıklamalarını düşünerek haberi Friendfeed’de paylaştım. Füsun Nebil, 2001‘deki RTÜK saçmalığından beri bu konularla ilgilidir. O dönemde kurulan İnternet ve Hukuk Platformu’nda bir süre birlikte de çalıştık. Kendisini, son olarak Ankara Barosu ile birlikte düzenlediği, yargı mensuplarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarından da katılımın olduğu iddialı “Kartepe Çalıştayı’ndan hatırlayanlar olacaktır (Bu konuda BThaber’de yazmıştım: “Kartepe Kriterleri”). Nebil, hala nasıl olduğunu tam olarak anlayamadığım bir biçimde İnternet Kurulu’nun da bir üyesidir. (Anlıyamıyorum, çünkü kendisi bir sivil toplum kuruluşunu temsil etmiyor. Medyayı temsilen orada olduğunu varsaysak, bu kez başka bir medya temsil edilmediği için durum yine anlaşılmıyor. Çok da önemli değil, bu bir “danışma kurulu” ve kimleri davet edeceği Ulaştırma Bakanlığı’nın bileceği iş.) Neyse, sonuçta, bu “haber”i haberci olarak mı yoksa Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı İnternet Kurulu’nun bir üyesi olarak mı yazdığını anlamak isterdim. Resmi açıklamadan önce bazı bilgilere ulaşırken yanlış yönlendirildiği olasılığını saklı tutarım.

İnternet Kurulu”nu, bilişim STK’larını ehlileştirmekten başka bir işlevi olmadığı için çok eleştirmiştim (örneğin: “İnternetin MGK’sı!”). Eleştirilerimde yanlız da değildim. Benden önce Yurtsan Atakan bu kurul üyelerini topa turtmaya başlamıştı. Nitekim Kurulun etkileri şimdi daha açık seçik bir biçimde ortaya çıkmaya başladı. Google skandalı sonrası medyada “Türkiye Bilişim Derneği Başkanı” sıfatıyla Turhan Menteş’in açıklamaları talihsiz bir bağlamda yer aldı: "Ortada başka bir sorun var. Gözden kaçıyor. YouTube ve Google Türkiye'de muhatap istiyor mu, istemiyor mu? Bu kısmını ben çok merak ediyorum. Türkiye'nin tek sorunu muhatap bulamaması. Bunu çok samimi olarak söylüyorum. YouTube'un birçok ülkede temsilciliği varken, Türkiye'de bulunmuyor. Sorunun uluslararası alanda çözümünün bulunması lazım. Türkiye'de tek başına bu sorunun çözülmesi mümkün değil. Onun için de muhatap bulunması gerekiyor. Türkiye'de bu sorunun çözümünü istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Sorun bu." Ben, TBD’nin bir üyesiyim. Menteş’le ve diğer TBD üyeleriyle birlikte yıllarca internet sansürüne karşı mücadele ettik, toplantılar düzenledik, yayınlarda bulunduk. Sansürden yana olmadığından eminim. O yüzden bir dahaki sefer, böyle bir zamanda, böyle bir açıklamayı TBD başkanı değil İnternet Kurulu Başkanı sıfatıyla yapmasını tercih ederim (Evet, Menteş, İnternet Kurulu’nun da başkanıdır). Bu açıklamayı Google’un vergi borcuna istinaden Ulaştırma Bakanı’nın söylediklerine ve Youtube engellemesini vergilendirmeye bağlamaya çalışmasına dair yapmış olduğu ihtimalini saklı tutarım (Bu durumda da dezenformasyona kurban gitmiş olur ki, TBD gibi bir sivil toplum kuruluşunun başkanına sansüre karşı çıkmak duruken vergi hesabıyla uğraşmayı hiç yakıştıramam, orası başka). Ancak, kendisi, 5651 sayılı sansür yasasının “yer sağlayıcı” olarak tanımlanan uluslararsı platformları da “faaliyet belgesi” almaya, ofis açmaya zorlamanın hukuki bir meşruiyeti olmadığını en az benim kadar bilir.

Son örneğim ise bunların arasında en talihsiz olanı. “İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilişim Teknolojisi Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktörü" Yrd. Doç. Dr. Leyla Keser Berber'in NTV kanalında yaptığı, TİB’in yanıltıcı açıklamasını destekleyen, Google’ın bu konuda TİB tarafından “uyarıldığını” söyleyen, sorumluluğu tamamen Google’ın IP politikasına yükleyen konuşmasıydı. Kendisi bu açıklamayı bir hukukçu, istelik bu alanda önde gelen bir kurumun (bu arada Merkez YÖK onayı ile Enstitüye dönüşmüş durumda) direktörü sıfatıyla yaptığı için, yarattığı dezenformasyon etkisi daha büyük oldu. Gerek bu kurumun Danışma Kurulu üyelerinden biri, gerekse Keser’in bir dostu olarak ben kendisinin TİB tarafından teknik konularda yanıltıldığını düşünüyorum. Muhtemelen BTK’daki bağlantıları, onu Google’ın Youtube engellemesini aşmak için bir IP oprasyonu çevirdiğine ikna etmiştir. Onun da sansüre tamamen karşı olduğunu biliyorum. Bu konuda yaptığı çok değerli çalışmalar var. Ama konuşmasından edindiğim izlenim, Google’ın bile isteye sırf TİB’i zor durumda bırakmak için IP politikasını değiştirdiği yönündeydi. Oysa bunun doğru olmadığını, IP bloklamayı TİB’in denemeye başladığını, skandalın da buradan çıktığını biliyoruz. TİB muhtemelen Google’a bir uyarı metni göndermiştir, ama Keser de bu tür bir metnin uluslararası hukuki geçerlilği olmayacağını gayet iyi bilir.

Başka örnekler de verilebilir. Ama önemli olan, TİB’in ve Bakanlığın kendi kurumsal ilişkilerini, “kriz iletişimi” amaçlı olarak, üstelik yanıltıcı bir biçimde kullanmış olması. Google skandalının kendilerine nasıl bir zarar vereceğini tahmin etmiş olmalılar. Aslında bu zararı çok da iyi hesaplayamadıklarını düşünüyorum. Çünkü skandalın Türkiye’ye, ülke ekonomisine, kullanıcılara ve elbette hak ve özgürlüklere verdiği zarar o kadar büyük ki! Elbette bu zararın bir kısmını paylaşmak zorunda kalacaklar.

Ben bu satırları yazarken Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, TV kanallarında bir açıklama yapıyordu. Açıklaması daha önce de sürekli tekrar ettiği belli argümanlar üzerine kuruluydu (bu arada “milli ekonomi” ve “vergi” düğmelerine de basmayı ihmal etmedi elbette!). Yukarda sözünü ettiğim yanıltıcı bilgileri de verdi ve Google’ı IP operasyonlarıyla Youtube yasağını aşmaya kalkmakla suçladı; TİB’in hiç bir şey yapmadığını sorunun Google’dan kaynaklandığını savundu (ki böyle olmadığını, TİB’in IP temelli engellemeyi “denemeye başladığını biliyoruz); akabinde gelen teknik sorulara ise cevap vermedi. Kanalların bu açıklamayı “internet yasakları” banner’ıyla duyurması, Google Skandalı’nın en azından otoriteler için belli bir eşik aşımını temsil ettiğini göstermesi bakımından ilginçti.

Ulaştırma Bakanı'nın açıklaması ile ilgili olarak tek bir şey söylemek yeterli: Sırf yer sağlayıcı bir platform diye, Youtube’un Türkiye’de faaliyet belgesi almaya ve ofis açmaya zorlanması, Türkiye dışında hiç bir ülkenin hukukunda yoktur. Hangi ülkede ofis açacağı tamamen şirketin kendi kararıdır. Kaldı ki, Bakanın sözünü ettiği gibi Youtube’un yirmiye yakın ülkede “temsilciliği” bulunmamaktadır. Youtube, Google grubuna bağlı bir kuruluş olarak Google ofislerini kullanmaktadır. Bakan ve TİB yetkilileri, muhtemelen Youtube’un bazı ülkelerin alan adı uzantısıyla ve o ülke dillerinde yayınladığı “anasayfa” ve kullanıcı arayüzlerini temsilicilkle karıştırmaktadır. Engellemeden bu yana Bakan Youtube’dan sadece Türkçe bir ayna site yapması ve bunu Türkiye’deki sunucular üzerinden yayınlamasını talep etmektedir. Böylece elde edecekleri bir “hayalet site”yle istedikleri gibi oynayabileceklerini düşünmektedir muhtemelen. Kuruluş bunu kabul etmemekte tamamen haklıdır, çünkü böyle bir talebin uluslararsı hukukta karşılığı yoktur (Çin örneğini aklınıza getirmeyin, oradaki sorunun çok farklı olduğunu söylemekle yetinelim. Ayrıca Türkiye Çin değil!) Dolayısıyla, “Google bizi saymıyor” açıklamaları sadece tribünlere oynamaktan ibaret. Bu skandalla yanlızca hak ve özgürlüklerimize değil milli ekonomiye de büyük bir zarar verilmiştir ve bu zararın tek sorumlusu Hükümet ve ilgili otoritelerdir. Bu hukuk skandalının orta yerinde “ama Google da vergi vermiyor” tarzı cümleler kurmak ise belki insanların kafasını karıştırmaya yarayabilir; ama hukuken yok hükmündedir; çünkü iki durum arasında hukuki hiç bir bağ bulunmmaktadır. Neyse ki şimdilik vergi borcu yüzünden erişim engelleyecek kadar abartmadık! Üstelik, hükümetin akıllıca bir zamanlamayla Google’a tahakkuk ettirdiği 30 milyon TL.lik vergi borcu (ki çok tartışılır bir operasyondur), bu son yaşananlar dolayısıyla TİB’in Türkiye ekonomisine verdiği zararın yanında devede kulak kalır. Yani neresinden bakarsanız bakın, hükümet yanlış hesap yapmaktadır!

Google’sızlığın Türkiye ekonomisine bir aylık maliyeti, şu sırada alanında uzman akademisyenlerin katkılarıyla, bilimsel yöntemlerle, ekonometrik modeller kullanılarak hesaplanıyor. Bu çalışmanın sonuçları çok yakında duyurulacak. Başta KOBİ’ler olmak üzere şirketlerin ücretsiz Google hizmetlerini kullanarak sağladığı yarardan, analytics sorunu nedeniyle yurtdışı hosting firmalarına göç etmesi kaçınılmaz firmaların internet sektörüne vereceği zarara, gmail ve diğer doğrudan iletişim kesintilerinin kullanıcılar ve şirketlere kaybettirdiği ilişki, müşteri ve itibar kaybından şirketlerin analytics nedeniyle yaşadığı sonsuz döngüye giren web sitelerinin yaratacağı zarara çok sayıda parametre devreye giriyor. Oldukça yüksek bir meblağdan söz ediyoruz. (Bu çalışmanın Google’ın internetle ne kadar entegre olduğunu ölçmemiz için bize bir fırsat da sunmasından dolayı TİB’e teşekkürlerimizi de ayrıca ileteceğiz...) Bu olayın Türkiye’ye kaybettirdiği itibarın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi bedelini ise öngörmek zor değil. Bu skandalı kınayan uluslararası kurum, kuruluş ve medya organlarına her gün bir yenisi katılıyor. Bu boyutta bir hasar yarattığınızda, kırdığınız kolun yen içinde kalmasını bekleyemezsiniz...

Şimdi, baştaki soruya geri dönelim: Google skandalı, Türkiye’nin internet sansürü serüveninde bir dönüm noktası, bir eşik deneyimi, hadi abartalım, bir “paradigma dönüşümü” yaratır mı? Bir şeylerin dönüştüğü kesin. Daha önce harekete geçmeyenler sorular sormaya, meseleyi anlamaya çalışıyor. Bir zamanlar hareketli olup umutsuzluğa kapılanlar uyanıyor. Yeni birliktelikler, hareketler, platformlar doğuyor. Farklı demokratik eylem biçimleri yoğun bir şekilde tartışılyor. Toplantılar, gruplar, özel iletişim mecraları örgütleniyor. Öte yandan, “heyecan” yapmak için de henüz erken... gibi duruyor...
Ne oldu? Bilgi sosyal medyaya düşer düşmez insanlar kulak kesildi. Medyada haberler çıktıkça bu dinleme hali yoğun bir tartışmaya dönüştü. Şimdiye kadarki engelleme haberlerinde bu kadar yoğun bir katılım görmemiştik. Çünkü bu sefer, istisnasız her internet kullanıcısı kendisini ilgili hissetti. Çok farklı görüşler de dile getirildi elbette. Uygulamayı savunanlar da vardı. Bu doğal. Daha çok “kurumsal” platformlardan gelen, “aman anlaşsınlar da kimse mağdur olmasın (biz de işimize devam edelim)” tarzı çıkışlar da vardı. Bu da çok doğal. Kurumsal, sektörel bakışın her zaman her yerde böyle bir boyutu vardır, zararlı da değildir; en azından sorunu dürüstçe saptamaktan çekinmediğinde. Ama büyük bir çoğunluk, açık seçik bir biçimde olarak tepkisini otoritelere yöneltti. Sağlıklı bir gelişme...

Şimdi, bu gelişme bir saman alevi mi, yoksa yaşadığımız bu skandal bizde bir bilinç durumu yarattı mı, kalıcı bir hareket doğurur mu, bunu zaman gösterecek.

Bazı yenilikler var: Mesela dijital ajanslar “İnternet Geleceğimizdir” başlığıyla sansüre karşı bir bildiri yayınladı. Şimdiye kadar şirket gruplarını kapsayan böyle bir hareket pek görmemiştik. Ekşi Sözlük kullanıcıları kendi içlerinden dışarıya doğru bir hareket başlattılar. Hareketlerin siber mekandan sokağa çıkması, gerçekliğe genişlemesi gerektiği konusunda (neredeyse) bir fikir birliği oluştu. Bobiler sansüre karşı bir yürüyüş başlattı. Netdaş, Sanüresansür ve Korsan Partisi oluşumu yeni bir ivme kazandı. İNETD (İnternet Teknolojileri Derneği, TİB’e karşı yürütmeyi durdurma davası açtı ve suç duyurusunda bulundu. Cyber-rights hareketinin kurucusu ve Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Doç Dr. Yaman Akdeniz ve insan hakları hukukçusu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, TİB’e itiraz dilekçesi verdiler. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, İsveç Korsan Partisi skandal uygulamayı kınadılar. OpenNet Initiative olayı duyurdu. Wikipedia’nın ingilizce versiyonundaki “Türkiye’de sansür” maddesi zenginleşti. Çok sayıda yabancı medya kuruluşu ve internet yayını skandalı duyurdu. Türkiye ile “Google sansürü” etiketleri kaçınılmaz olarak yapıştı ve Çin’in ardındaki boş sırayı kaptık! (Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı'nın son raporu da AB tarafında durumumuzun nasıl göründüğünü zaten net bir şekilde ortaya koyuyor. 2009 İlerleme Raporu da Türkiye’yi Youtube engellemesi yüzünden uyarmıştı.) Bu arada bir başka yenilik de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, üstelik Twitter hesabından, Youtube engellemesini eleştirmesi oldu...

Şimdi hep beraber bir ortak platform yaratmayı, hak ve özgürlüklerimizi daha yüksek sesle talep etmeyi konuşuyoruz; bir araya geliyoruz, tartışıyoruz; hukukun her eve lazım olduğunu farkediyoruz; yeni eylem tarzlarını, demokratik zorun yeni biçimlerini keşfediyoruz.

Bütün bu kıpırtılar umarım yeni bir şey doğurur. Umarım bütün bunlar bir doğum sancısdır. Çünkü karın ağrısıysa, her şey normale döndüğünde (çünkü hep döner), aslında hiç bir şeyin normal olmadığını unutursak...

İşte o zaman bari “aramızdan birinin” uyarladığı biçimiyle şu çok eski bilgeliği hatırlayın:

“en son ip bloklandığında, en son dns engellendiğinde, beyaz adam dns değiştirmenin kurtuluş olmadığını anlayacak.”

İlk olarak, Sasünseresansür blogunda yayınlanmıştır...

0 comments: