erişim engelleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
erişim engelleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2011

Oyunun Kuralı - Türkiye, AGİT bölgesinde devlet eliyle zorunlu filtre uygulamaya kalkan ilk ve tek ülke

"Türkiye, 22 Ağustos’ta, 56 ülkeden oluşan AGİT bölgesinde devlet eliyle zorunlu filtre uygulayan ilk ve tek ülke olacak.”


Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), 8 Temmuz 2011 tarihinde, “İnternette İfade Özgürlüğü: AGİT üyesi devletlerde internet ile ilgili ifade özgürlüğü, bilginin özgür akışı ve medya çoğulluğu hakkındaki yasal önlemler ve uygulamalara dair bir çalışma” başlıklı raporunu yayınladı. AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatović’in, raporun yazarı, internet hukuku ile ilgili konularda dünya çapında bir otorite sayılan, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz’le birlikte Viyana’da sunduğu rapor, tüm AGİT bölgesinde internet özgürlüğünü inceleyen en kapsamlı çalışma.


Raporda Türkiye ile ilgili de bir hayli malzeme olması, internet özgürlüğü konusundaki sabıkamız düşünüldüğünde normal. Nitekim rapor, “sites.google”, “last FM”, “wordpress”, “blogger” gibi popüler örneklerin yanı sıra erişime engellenen çok sayıda politik, muhalif internet sitesine de değinerek bu sabıkayı tescilliyor ve sorunun kaynağını, Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası hukuk kurallarını çiğneyen 5651 sayılı internet sansür yasası ve fikri hak düzenlemelerinde görüyor.


Raporun en önemli çıktılarından biri, BTK’nın 22 Ağustos’ta uygulamaya koyacağı, “güvenli internet” adı altında “sansürlü internet”i genelleştirecek filtre uygulaması hakkında. Bu uygulamanın, Avrupa Konseyi’nin Nisan 2011 tarihli “İnternet’in Evrenselliğini, Bütünlüğünü ve Açıklığını Korumak ve Geliştirmek” kararı ile bir internet sansürü olarak ilan edildiğini daha önce bu köşede yazmıştım. AGİT raporu çok daha açık ve seçik bir teşhiste bulunuyor. Filtre uygulamalarının interneti sansürlemek için kullanılan yöntemlerden biri olduğunu ve dolayısıyla filtre içeriklerinin bağımsız sivil toplum örgütleri tarafından dikkatle izlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bizdeki internet kafeler ve kamusal erişim alanlarındaki zorunlu ve şeffaf olmayan filtre uygulamalarını da eleştirdikten sonra vurucu cümle geliyor: “Türkiye, 22 Ağustos’ta, 56 ülkeden oluşan AGİT bölgesinde devlet eliyle zorunlu filtre uygulayan ilk ve tek ülke olacak.”


Yani BTK’nın kendisini savunmak için ileri sürdüğü, “birçok ülke filtre uyguluyor” iddiası resmen çürütülmüş oluyor. Çünkü bu ülkeler filtreyi devlet eliyle hazırlayıp, merkezi biçimde ve zorunlu olarak herkese dayatmıyor. Yani Türkiye, 22 Ağustos’tan sonra resmen Çin, İran, Suudi Arabistan liginde yer alacak...


BThaber, 18 - 24 Temmuz 2011 / s:830

Oyunun Kuralı - İnternet erişimi anayasal hak olmalıdır

İnternet erişimi ile ilgili talepler artık bu ülkedeki hak ve özgürlükler platformlarının, demokratik anayasa hareketlerinin ve sivil toplum alanının ayrılmaz bir parçasıdır. Yeni dönemde, demokratik hak arayışının, sadece internette sansüre karşı çıkmakla yetinmeyeceğini, internet erişim hakkının anayasaya eklenmesi için de mücadele edeceğini göreceğiz.


Bir önceki yazımda, Birleşmiş Milletler’in 4 Haziran 2011 tarihinde internet erişimini temel bir insan hakkı olarak kabul ettiğini; Avrupa Konseyi’nin de 19 Nisan 2011’de internet erişim hakkını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne eklediğini belirtmiştim; her iki sözleşmeye de imza koyan taraf olarak, ülkemizin bu kararları iç hukukuna uyarlama yükümlülüğünün bulunduğunu da.


Bu iki karar öncesinde İzlanda ve Finlandiya, internet erişimini temel haklardan biri olarak anayasalarına eklemişlerdi. Şimdi, başta AB ülkeleri olmak üzere, bir çok ülkenin bunu yaptığına tanık olacağız. Dolayısıyla bir çok ülkede bu temel hakkı ihlal eden sansürcü, baskıcı düzenlemeler, mesela internet erişimini kısıtlamaya yönelik Fransız HADOPİ yasası gibi yasalar da anayasa mahkemeleri tarafından iptal edilecek.


Her iki karara eşlik eden ve kararla birlikte kabul edilen raporlar, ülkemizdeki 5651 sayılı internet sansür yasası ve 22 Ağustos’ta yürürlüğe girmesi beklenen devlet eliyle topyekun internet filtrelemesi gibi düzenlemeleri, açık seçik bir biçimde internet sansürü olarak mahkum etti ve artık temel insan hakkı haline gelmiş bulunan internet erişim hakkını ihlal ettiğine karar verdi. Dolayısıyla internet erişimini temel hak olarak anayasamıza eklesek de eklemesek de bu sansürcü düzenlemeleri iptal edip bu hakkı koruyan düzenlemeler yapmakla yükümlüyüz.


Ama, internet erişiminin temel hak olarak tanınması, onun, yeni, sivil ve demokratik bir anayasanın vaz geçilmez unsurlarından biri olmasını gerektirir. İnternetin gayri-merkezi, tarafsız, sınır-aşan ve etkileşimli doğası, onu düşünce, ifade, bilgi ve haber alma özgürlüğünün asli parçası kılmaktadır. Dahası, internet erişimi en az seyahat özgürlüğü kadar temel bir insan hakkı olarak tanınmak zorundadır.


Bu bağlamda, internet erişimi ile ilgili taleplerin artık bu ülkedeki hak ve özgürlükler platformlarının, demokratik anayasa hareketlerinin ve sivil toplum alanının ayrılmaz bir parçası olduğu söylenebilir. Yeni dönemde, demokratik hak arayışının, sadece internette sansüre karşı çıkmakla yetinmeyeceğini, internet erişim hakkının anayasaya eklenmesi için de mücadele edeceğini göreceğiz.


Demokrasiyi bir türlü içine sindiremeyen iktidarlar ve giderek etkisizleşen temsiliyet mekanizmaları bunu bir tehdit olarak algılayacaktır. Ama unutulmasın ki, bu, halkın onları demokrasi için tehdit olarak algılamasından başka bir sonuca yol açmaz!


BThaber, 4 – 10 Temmuz 2011 / s:828

Oyunun Kuralı - İnternet erişimi temel bir insan hakkıdır

Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” diyen Başbakan, yaptıklarını sürdürüp, Türkiye’yi taraf olduğu sözleşmeleri ve kendi vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini açıkça ihlal eden bir ülke konumuna mı sokacak, yoksa demokratik bir hukuk devletine yakışmaya mı çalışacak, göreceğiz.


Birleşmiş Milletler, 4 Haziran 2011'de gerçekleştirilen genel oturumunda, İnsan Hakları Konseyi’nin "Düşünce ve İfade Özgürlüğünün İlerletilmesi ve Korunması" raporunu onayladı: Yani, internet erişimini bir insan hakkı olarak tanıdı. Ülkemizi de bağlayan bu karar, başta Fransız HADOPI yasası gibi vatandaşları internet erişimini kesmekle tehdit eden düzenlemeler olmak üzere, her türlü internet sansürünü insan hakkı ihlali haline getiriyor. Bu arada, raporun c/39 bendinin internet sansür yasamız 5651’i düşünce ifade özgürlüğünü ihlal eden bir düzenleme olarak tescil ettiğini de belirtelim.


Avrupa Konseyi'nin Strasbourg'da 18 - 19 Nisan 2001'de gerçekleştirdiği konferansında onayladığı "İnternet’in Evrenselliğini, Bütünlüğünü ve Açıklığını Korumak ve Geliştirmek" başlıklı kararı ise, internet erişimini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ekledi. Devletimizin bu sözleşmede de taraf olduğunu ve tüm hükümlerini iç hukukuna uygulama yükümlülüğü bulunduğunu hatırlatalım. Karar, bu erişimin her türlü devlet müdahalesinden uzak bir biçimde güvence altına alınmasını bildiriyor. Sansürcü müdahalelere devlet eliyle internet filtrelemesini de açık seçik bir biçimde ekleyerek, 22 Ağustos'ta yürürlüğe girmesi beklenen filtre uygulamasını da bir insan hakkı ihlali olarak tescil ediyor bu karar.


Türkiye üçüncü AKP iktidarına girdi. “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” diyen Başbakan, yaptıklarını sürdürüp, Türkiye’yi taraf olduğu sözleşmeleri ve kendi vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini açıkça ihlal eden bir ülke konumuna mı sokacak, yoksa demokratik bir hukuk devletine yakışmaya mı çalışacak, göreceğiz.


Artık yeni anayasayı tek başına yapacak çoğunluğa sahip olmadığına göre, iktidar, giderek yükselen demokratik anayasa iradesinin, devlet eliyle sansürlenmeyen internet erişiminin de anayasal bir hak olarak tanınması talebine kulak vermeli. Aksi takdirde, vatandaşların diğer demokratik haklarını kullanarak iktidarın bu ve benzeri talepleri duymasını sağlayacağından kimsenin kuşkusu olmasın.


BThaber, 20 - 26 Haziran 2011 / s:826

Oyunun Kuralı - Abdülhamit internete girerse...

TİB son zamanlarda çok çalışıyor. Önce "güvenli internet" adı altında sansürlü internet filtre uygulamasıyla Türkiye’nin internet sansürü konusunda edindiği haklı ünü bir adım öteye taşıdı. Hemen arkasından gelen bu sözcük yasaklama eylemi ise, bizi sansürcüler liginde fantezi kategorisine sokmuş bulunuyor.


Kurulduğunda "İnternet Muzır Kurulu" ilan ettiğim Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, nihayet bu adı sonuna kadar hak ettiğini hepimize kanıtladı. 28 Nisan 2011 tarihinde internet hizmet sağlayıcılarına gönderdiği bir bildirim, "İnternette Abdülhamit Devri"ni başlattı! TİB, gündelik dilde sıkça kullandığımız, aralarında "yasak", "hikaye", "haydar", "adrianne" gibilerinin de bulunduğu 138 sözcüğün internet alan adlarında kullanımını yasakladı.


TİB son zamanlarda çok çalışıyor. Önce "güvenli internet" adı altında sansürlü internet filtre uygulamasıyla Türkiye’nin internet sansürü konusunda edindiği haklı ünü bir adım öteye taşıdı. Hemen arkasından gelen bu sözcük yasaklama eylemi ise, bizi sansürcüler liginde fantezi kategorisine sokmuş bulunuyor. Muhtemelen son zamanların internette en çok dalga geçilen ülkesi haline gelmiş durumdayız.


Tepkiyi gören TİB yetkilileri, hemen bir basın açıklaması yayınlayarak söz konusu olanın "yasaklama" değil "dikkat çekmek" olduğunu ileri sürdü. Ama bildirimlerini okuyan herkes, sık sık kullanılan "cezai müeyyide" uyarısının yasaklamak anlamına geldiğini bildiğinden, bu basın operasyonu kadük oldu.


Bir görüşe göre, TİB bu tip adımlarla hepimizin tepki düzeyini ölçüyor. Bir başka görüş de bu "devlet baba – ergen vatandaş" tavrının devletimizin genlerinde olduğunu, bu tavrın anakronizmi konusunda onları ikna edecek bir tepki göstermek gerektiği yolunda.


TİB’i yetkilendiren 5651 sayılı sansür kanunu, her ne kadar absürd olsa da TİB’e böyle bir yasaklama yetkisi vermiyor. Dolayısıyla bildirimleri hukuk dışı. Bunu onlara öğretecek bilgi edinme başvuruları ve suç duyuruları yapıldı bile. "Sansürlü İnternet" filtre projelerinde de hukukun acı ilacını tadınca, eski sıradan sansür günlerimize geri döneriz. Belli ki anladıkları tek dil bu. Yoksa bütün dünya bize gülüyormuş, sayelerinde Türkiye teknoloji iktisadında müthiş zarar ediyormuş, umursadıkları yok. Ha, bir de, sokağa çıkıp oradan (ve medyadan) seslendiğimizde duyuyorlar bizleri.


BThaber, 9 - 15 Mayıs 2011 / s:820

Oyunun Kuralı - “Güvenli internet”, sansürlü internet midir?

İnternete yönelik olumsuz düzenleme serisinin bu yeni ürününde, sansür, erişim engelleme yoluna başvurulmadan, doğrudan hizmet sağlayıcılar üzerinden ve keyfi (yani hukuksuz) bir şekilde oluşturulan filtreler ile uygulanacak.


Bilgi Teknolojileri Kurumu, internet sansürü yolunda yeni bir adım attı ve bunu mümkün olduğunca gürültü çıkarmadan yaptı. 22.02.2011 tarihinde “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” adı altında alınan kurul kararı sessiz sedasız bir biçimde yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik ilk bakışta “çocuk ve aileyi korumak” amacına yönelik görünüyor. Ama belge incelendiğinde amaçlananın bundan çok daha fazlası olduğu görülüyor. Gerçi, devlet hepimize çocuk muamelesi yapmaya alıştığından, internet sansürünü yaygınlaştırmaya ve hukuksuz bir meşruiyet kazandırmaya yönelik bu çaba da, “Devlet Baba”nın biz “çocuklarını” gerçeklikten koruma misyonu içerisinde değerlendirilebilir.


İnternete yönelik olumsuz düzenleme serisinin bu yeni ürününde, sansür, erişim engelleme yoluna başvurulmadan, doğrudan hizmet sağlayıcılar üzerinden ve keyfi (yani hukuksuz) bir şekilde oluşturulan filtreler ile uygulanacak. Ne de olsa hükümetin ve BTK’nın ağzı, Youtube ve son Blogspot olayında çok yandı. Artık sansürü üfleyerek halletmek istiyorlar.


Bu belge hakkında sayfalarca yazılabilir. Özetleyelim: Öncelikle adı yanlış. Muzır kurulundan geçmiş filtreli internet ile “güvenli internet” kavramı arasında hiç bir ilişki yok. Burada sözkonusu olan “güvenli” değil “sınırlı” internet. Hizmet alanlar internet güvenliğine sahip olacaklarını zannetmesinler yani. Bu arada, nasıl olsa filtreli diye çocuğunu internette başı boş bırakan ebeveynler de hüsrana uğrayabilir. Çünkü bugüne kadar herhangi bir filtre sisteminin tam koruma sağladığı görülmedi. Karara göre, internet erişim sağlayıcılar, BTK’nın ahlak anlayışını yansıttığı filtrelerini aynen alıp (dilerlerse canlarının çektiğince genişletip) uygulayacaklar. “Türk aile profili”ne göre oluşturulan filtreleri kullanmak istemeyen kullanıcılar, bu “hizmeti” almamak için çaba göstermek ve kurum tarafından ahlaksız olarak fişlenmeyi göze almak zorunda kalacak. Bu filtrelerin sadece müstehcen içerikleri engelleyeceği konusunda hiç bir güvence yok. Dileyen hoşlanmadığı herhangi bir siyasi içeriği de buraya ekleyebilir. Filtreler “muhbir vatandaşları”ın fantezileriyle de dolup taşabilir.


Zamanında söylemiştim: “Türkiye Çapında Ağ”a (tww) gidiyoruz diye. Eh, dünyadan uzağa bir adım daha attık!


BThaber, 28 Mart - 3 Nisan 2011 / s:814

Oyunun Kuralı - Tunus isyanı, Wikileaks, sosyal medya ve internet...

Kuşkusuz ne internet ne de Wikileaks bu isyanın asıl aktörleri değil, daha çok tetikleyicileri. İnternet bir iletişim kanalı olduğu kadar, bir örgütlenme ve eylem kanalına dönüşmüş durumda.


Tunus yeni yıla isyanla girdi. Devlet Başkanı Zeynel Abidin Ben Ali'nin ailesiyle Suudi Arabistan’a kaçmasıyla sonuçlanan isyan, geçici hükümetin seçim sözüne rağmen sürüyor. Bu isyana bazıları “ilk Arap halk devrimi” dedi, bazıları “ilk siber devrim”, bazıları da “ilk Wikileaks devrimi”...


Kuşkusuz ne internet ne de Wikileaks bu isyanın asıl aktörleri değil, daha çok tetikleyicileri. İnternet bir iletişim kanalı olduğu kadar, bir örgütlenme ve eylem kanalına dönüşmüş durumda. Bu isyanın derin nedenleri Tunus toplumunun iç dinamikleri, gelir tabanı adaletsizliği, genç işsizlik, yükselen açlık, sömürü ve 23 yıllık baskı rejimi ve sansür. Gençlerin isyan teknikleri de yoğun muhalefet, dağıtık örgütlenme, bilgileri açığa çıkarmak, ve... iletişim, mobilite, internet. Yani derindeki neden sosyo-ekonomik; yüzeysel sebep Sidi Bouzid'de bir gencin kendisini yakması sonucu patlayan olaylar; gençlerin iletişimi, Wikileaks ile ortaya çıkan yönetime dair yolsuzluk bilgileri, sosyal medya ve dünyayla paylaşılan görüntüler, bilgiler de olayın tetikleyicisi...


Tunus isyanı, gençlik odaklıydı. İsyanın örgütlenmesinde ve iletişim kullanımında ise internetin ciddi bir ağırlığı var. Facebook ve Twitter gibi sosyal medya platformları, video paylaşım siteleri, bloglar ve mobil iletişim yoğun bir şekilde kullanıldı. Tunus yönetimi ise internet sansürü konusunda önde gelen ülkelerden biri olarak biliniyor. ATI (Tunus İnternet Ajansı, bizdeki TİB’in muadili), video paylaşım sitelerinden siyasal sitelere, sosyal medya ağlarından gençlerin yoğun olarak kullandığı platformlara her şeyi sansürlüyordu. Bir çok blogger tutuklandı. Ama bunların hiç biri işe yaramadı.


İnternetin Tunus isyanına en büyük katkısı, beş yıl önce, bilgi akışı bu kadar yoğun olmadığı ve ülke içine kapalı olduğu için kanlı bir şekilde bastırılabilecek isyanın, bu kez, dünyayla bağlarını internet sayesinde kurmuş ve ne sansürün ne de tutuklamaların durduramadığı iletişim kanalları açmış bir ülkede engellenmesinin artık mümkün olmamasıydı.


Tunus olaylarının bir domino etkisi yaratmaya başlıyor. Lübnan’a, Cezayir’e, Ürdün’e, Yemen’e sıçradı bile. Sırada Mısır ve Suriye var. Gıda krizi, işsizlik ve diğer nedenlerle bu yıl daha bir çok başkaldırı göreceğiz. İnternet o isyanların her birinde orada olacak... Bilgi özgürlüğü talebi de...


BThaber, 31 Ocak - 6 Şubat 2011 / s:806

10 Ağustos 2010

Oyunun Kuralı - Bilişim STK’ları ne yapmıyor?

STK’ların birer “çıkar grubu” olması doğaldır; ancak bu STK’lar yönetimle ilişkilerinde konjonktürel bir paylaşıma girmeyi yeğleyip söz konusu “çıkar”ı sürdürülebilir faydaya dönüştürmeyi başaramadılar.

Geçen yazımda “bilişim STK’ları ne yapıyor” diye sormuştum. Bu sefer ne yapmadıklarını sorgulayalım ki yapmaları gereken ortaya çıksın. Burada, TBV, TBD, TÜBİSAD gibi ana akım STK’ları kastettiğimi tekrar hatırlatayım.

Aslında bu soruyu yine bu köşede, Eylül 2006’da da sormuştum: “Ülkemizde merkezi yönetsel paradigmaların hakimiyeti dolayısıyla sivil toplum alanı yeterli bir gelişme dinamiği yakalamakta gecikti. Ekonomik ya da sosyal alanlarda faaliyet gösteren STK’lar, çoğunlukla kendi yönetsel mekanizmalarında merkezi yönetim paradigmasını yansılayıp işlevsiz kaldılar. STK’ların birer “çıkar grubu” olması doğaldır; ancak bu STK’lar yönetimle ilişkilerinde konjonktürel bir paylaşıma girmeyi yeğleyip söz konusu “çıkar”ı sürdürülebilir faydaya dönüştürmeyi başaramadılar. En temel işlevleri bilgi akışını yöneterek, görüşlerini yeterli iletişim düzeyine taşıyarak temsil ettikleri kesimlerin demokratik katılımını sağlamak, yani “izleme ve baskı grubu” kurmak olan STK’lar, hükümetler ve bürokrasiyle aralarındaki konjonktürel “çıkar ilişkisi” nedeniyle bu işlevi yerine getirmekte zorlandılar. Bunun doğal sonucu ise, ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulması sürecinin bir yönetişim düzenine dönüştürülmesinde etkisiz kalmaları oldu. Kamu yönetiminde STK katılımı bir imaj operasyonuna indirgendi. Politikasızlığın boşluğunu “eylem planları”yla doldurmaya çalışan hükümet ve bürokrasi gibi, STK’larımız da katılımsızlığın ve etkisizliğin avuntusunu projelerde, raporlarda, zirvelerde, şuralarda arıyor.” (BThaber, S: 588) Herhalde isim vermediğim için o zaman bu satırları kimse üzerine alınmadı.

O günden bu güne bilişim STK’ları için her şey daha da kötüye gitti. 2008’e kadar e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu’nda belli bir etkinlik gösterdiler, izleme, değerlendirme raporları yayınladılar, sektörün sorunlarını iletmeye çalıştılar. Ama Ulaştırma Bakanı’nın operasyonu sonucunda İcra Kurulu ve DPT atıl kalınca, kendileri de sansür yasasıyla kurulmuş İnternet Kurulu’nda etkisizleşince, bu etkinlik söndü. Şu anda tek yaptıkları bir türlü çözülemeyen, bu gidişle çözümüne katkıda da bulunamayacakları “sektörün sorunlarını” anlatmak ve Ulaştırma Bakanı’na dezenformasyon malzemesi vermek.

Geçen yazıma bir çok olumlu tepki aldım. Bu örgütlerin tabanı da durumdan rahatsız. Yazıma olumsuz tepkiler de aldım, ama dolaylı yoldan. Umarım bu dolaylı tepkiler kendini açıklama çabasına dönüşür. Çünkü sivil toplum kuruluşunun asli özelliği sorumluluk, hesap verebilirlik ve şeffaflıktır.

28 Temmuz 2010

Oyunun Kuralı - Bilişim STK’ları ne yapıyor?

Güçlü bir sivil toplum faaliyeti, on yıllardır denene denene başarısız olduğu kanıtlanmış pazarlıklarla, güdümlü faaliyetlerle, suskunlukla yapılamaz. Bilişim STK'ları sansür kanunuyla kurulmuş, atıl bir “İnternet Kurulu’nda temsilci barındırmanın “etki göstermek” olduğunu sanıyor. Oysa bu oluşumların etkisi iki yıldır dramatik bir biçimde “sönüyor”!

Ne zamandır “ana akım” bilişim STK’larından umudu kesmiştim. Ama yaşadığımız son “Google skandalı” ve Ulaştırma Bakanı’nın uluslararası bir şirkete savaş ilan ederek unutturmaya çalıştığı, devletin internete ve temsil ettiği her şeye karşı olumsuz yaklaşımına karşı tavırları, benim için bir eşiği temsil ediyor.

(İNETD, LKD, TZV, PKD, BİLTEDER gibi örgütleri tenzih ederek) “ana akım” bilişim STK’larımız derken, TBD, TBV, TÜBİSAD gibi oluşumları kastediyorum. Söz konusu kuruluşlar bu badirede gerçekten kötü bir sınav verdi. Bir kısmı tamamen sessiz kaldı (TBV gibi). Bir kısmı durumu kısık sesle eleştirdi, fakat “Google da şöyle” gibi söylemler kullanarak Bakan’ın dezenformasyon kampanyasına kurban gitti (TÜBİSAD gibi). Bir diğer kısmı ise çok daha talihsiz bir tavır sergileyerek söz konusu dezenformasyon kampanyasını daha da geliştirdi (TBD gibi). Yöneticileri, söz konusu olanın internet sansürü ve buna yol açan 5651 sayılı yasa olduğunu, Google’ın veya YouTube’un sözde “suçunun” buna bahane olarak kullanılamayacağını, üstelik bu söylemlerin hukuki hiç bir gerekçesinin olmadığını en az benim kadar bilmelerine rağmen...

Sorumluluk sadece bu kuruluşların yöneticilerinde mi, ondan da emin değilim. Hepsini aynı torbaya koymak da pek mümkün değil. Birisi meseleye iş dünyası odaklı yaklaşırken diğeri kamuya aşırı yakınlığının etkisinde kalıyor. Ama tümü sansür kanunuyla kurulmuş, atıl bir “İnternet Kurulu’nda temsilci barındırmanın “etki göstermek” olduğunu sanıyor. Oysa bu oluşumların etkisi iki yıldır dramatik bir biçimde “sönüyor”!

Artık şapkayı önlerine koyup düşünmeleri gerekiyor. Çünkü güçlü bir sivil toplum faaliyeti, on yıllardır denene denene başarısız olduğu kanıtlanmış pazarlıklarla, güdümlü faaliyetlerle, suskunlukla yapılamaz. Başka ülkelere bir bakın: Bırakın STK’ları, sektörün tepesindeki isimler bile lobi faliyeti yürütmekten, hukuku kullanmaktan, sivil inisiyatifleri desteklemekten geri durmuyor.

Hadi sivil hak ve özgürlüklerden geçtim; bu tavırlarınızla “sektörün” önünü de kapattığınızı, stratejik bir aktör gibi davranmadığınızı, küresel ekonomiye entegre olma fırsatını kaçırdığınızı, çünkü olumsuz düzenlemelerin ülkeyi (sizin asla “oyuncu” olamayacağınız) bir “pazar” olmaya mahkum ettiğini de mi göremiyorsunuz?

16 Temmuz 2010

İnternet sansürden daraldı. Sokağa çıkıyor!



Sansürlenen internet daraldı. Sokağa çıkıyor! 17 Temmuz 2010 Cumartesi saat: 17.00'de Taksim Meydanı'nda buluşup İstiklal Caddesi Üzerinden Galatasaray Meydanı'na kadar yürüyeceğiz! Sansürsüz internet isteyeceğiz.


"Bizler, internet kullanıcıları olarak; Bilgi Çağına uymayan hukuk kurallarını kabul etmiyoruz: Devlet kurumları tarafından son zamanlarda izlenen Internet politikasının aleni sansür olduğunu biliyoruz. 5651 sayılı kanun ile baskılayamadıkları internet kullanımını hukuk dışı alengirli çözümlerle kontrol etmeye çalışan zihniyeti artık dinlemek istemiyoruz!

Bizler, 6.000’den fazla web sitesi ebediyen erişime engellenmişken, ve bu sayı günden güne artarken artık susmayacağız. Temel hak ve özgürlüklerimize müdahale niteliğindeki uygulamalar karşısında sessiz kalmayacağız.

Bizler, vatandaşların ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı engellenemez mantrasıyla internette biraraya geldik ve çözümü sokakta arıyoruz. Ulaştırma Bakanı’nın, BTK, ve TİB’in geçtiğimiz ay içinde keyfi sansür uygulamaları ile kamuoyunu yanlış bilgilendirmesini ve Türk Internet Sansür Sistemi’nin altyapısını oluşturan 5651 Sayılı Kanunu protesto etmek, vatandaşlara hukuka aykırı uygulamaları anlatmak ve gerçeklerle buluşmak için 17 Temmuz günü saat 17.00’da Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Meydanı’na yürüyoruz. Biz yürürken, minik kelebekler bizimle beraber uçacak."

SANSÜRSÜZ İNTERNET İSTİYORUZ!

Oyunun Kuralı - “İnternette Sansüre Karşı Ortak Platform”


İnternette Sansüre Karşı Ortak Platform, "vatandaşların Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerini korumak hükümetin ve idarenin asli görevidir; bu güvencenin sağlanmaması halinde sorumluların istifa etmesi demokratik bir toplumun zorunlu sonucudur" diyerek, TİB İnternet Daire Başkanı Osman Nihat Şen'i, BTK Başkanı Tayfun Acarer'i ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı istifaya davet etti.

Artık hepimizin aşina olduğu, ayrıntılarını anlatmaya gerek duymadığım “Google skandalı”, internet sansürü için yeni bir aşamayı işaretledi. Tepkiler kitleleselleşti. Aralarında Cyber-rights, İNETD, Sansüresansür, Netdaş, LKD, EMO, TMMOB, TİHV, TİEV, TZV, Türk Kütüphaneciler Derneği, ÜNAK, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Bilişim Muhabirleri Derneği, Ekşi Sözlük, Neonebu, Kaos GL, Genç Siviller, Bianet gibi çok farklı oluşumların bulunduğu 50’ye yakın sivi toplum kuruluşu, sivil inisiyatif, haber ağı, web sitesi, ilk kez, internette sansüre karşı güçlerini birleştirmek üzere bir Ortak Platform kurdu (Platformun web sitesi için buraya tıklayın). Platformun ilk eylemi bir deklarasyon yayınlayarak bunu imzaya açmak oldu.

“Temel Hak ve Özgürlükler Engellenemez”, "Hukuka Aykırı, Ölçüsüz ve Keyfi İdari İşlem Demokratik Hukuk Devletinde Kabul Edilemez"; "Sansür Amaçlı Kullanılan 5651 Sayılı Kanun Kaldırılmalıdır"; "Çocukların Zararlı İçerikten Korunması için Öngörülen Devlet Politikası Yetişkinleri Etkilememelidir" başlıklarını içeren Deklarasyon, "vatandaşların Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerini korumak hükümetin ve idarenin asli görevidir; bu güvencenin sağlanmaması halinde sorumluların istifa etmesi demokratik bir toplumun zorunlu sonucudur" diyerek, TİB İnternet Daire Başkanı Osman Nihat Şen'i, BTK Başkanı Tayfun Acarer'i ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı istifaya davet etti.

CHP Milletvekili Emrehan Halıcı, bu deklarasyonu 24.06.2010 tarihli TBMM oturumuna taşıyarak Ulaştırma Bakanı’nından cevap istedi. Bakan cevapladı. Tutanaklara geçen bu konuşma maddi hatalarla, yanıltıcı bilgilerle ve ilgisiz referanslarla doluydu ve bırakın soruları cevaplamayı, durumu ağırlaştırdı. Medyaya “Google bize savaş açtı” veciz ifadesiyle yansıyan bu konuşmadaki sorunları burada saymak imkansız; ama Platform bunu yapacağını ve Bakan’dan açıklama isteyeceğini duyurdu. Ben de Bakan’ın cevaplarını merakla bekliyor olacağım. Yıldırım’ın hatalarını araştırmadan “haber” diye veren bazı köşe yazarlarından da açıklama isteyeceğim. Google’a bile bakmamışlar!

Ulaştırma Bakanı AB ülkelerinden örnekleri yanlış bir biçimde aktarmayı seviyor, ama içerik suçlarıyla mücadele için suçlu yerine masum vatandaşları cezalandırmak ve sansür anlamına gelen erişim engellemeye başvuran tek bir hukuk devleti gösteremiyor. Sonra da “hukuk devletine saygı” istiyor...


Oyunun Kuralı - Google ve “sansür ekonomisi”!

Madem milli ekonomiyi bu kadar düşünüyor, Ulaştırma Bakanı'na bir önerim var: ağ ekonomisine henüz hazır olmayan ulus-devlet vergi hukuku literaratürüne vergi almak için site engellemek gibi bir fanteziyi hediye edeceğine, ABD gibi, e-ticaret başta olmak üzere internet sektörüne vergi moratoryumu getirsin; bilgi ve iletişim teknolojileri üzerindeki ağır vergi yükünü kaldırsın; internet sektörümüz adil ve verimli bir rekabet ortamında gelişsin. Elbette bu arada vergi tabanı adaletsizliğine de çözüm üretse fena olmaz!

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) Youtube’u IP temelinde bloklayacak yeni bir sistemi “denemesi” yüzünden ciddi bir “Google kesintisi” yaşadık. “Denemesi” diyorum, çünkü skandal o kadar büyüktü ki, bunu amaçlı olarak yapmış olduklarına inanmak istemiyorum! Tüm Google hizmetleri, dolayısıyla bu hizmetleri kullanan tüm siteler ve kullanıcılar ciddi sorunlar yaşadı.

TİB topu Google’a attı, hatta şirketin, sırf kendilerini zor duruma düşürüp yasakçı ilan etmek için IP değiştirdiğini iddia etti! Oysa Youtube hakkındaki mahkeme kararını yetkisiz bir biçimde yorumlayıp, Google’ın dinamik olarak kullandığı IP’leri bloklayan kendileriydi. Bu konuda TİB’e karşı açılmış iki dava var. Sonucu takip edeceğiz. Ayrıca internetle ilgili yasakçı kimliğimizi göstermek için böyle “hain bir komplo”ya gerek yok; 5651 sansür yasası ve engellenen dört bine yakın site yeter!

Başta Ulaştırma Bakanı olmak üzere otoriteler, ulusal ve uluslararası tepki karşısında her zamanki gibi “milli ekonomi” ve “vergi” panik butonlarına bastı! Youtube engellemesinin vergi ile en ufak bir hukuksal bağı olmamasına rağmen, popülist söylemlerle sansüre kılıf geçirmeye yeltendiler. İşe yaramıyor da değil hani. Hemen, “bunlar zaten vergi de vermiyor, yasaklayalım, ‘milli motor’ yapalım” diyenler çoğaldı!

Madem milli ekonomiyi bu kadar düşünüyor, Bakana bir önerim var: ağ ekonomisine henüz hazır olmayan ulus-devlet vergi hukuku literaratürüne vergi almak için site engellemek gibi bir fanteziyi hediye edeceğine, ABD gibi, e-ticaret başta olmak üzere internet sektörüne vergi moratoryumu getirsin; bilgi ve iletişim teknolojileri üzerindeki ağır vergi yükünü kaldırsın; internet sektörümüz adil ve verimli bir rekabet ortamında gelişsin. Elbette bu arada vergi tabanı adaletsizliğine de çözüm üretse fena olmaz!

Google kesintisinin “milli ekonomiye” verdiği gerçek zarar ile almayı hayal ettikleri vergi arasındaki uçurum konusuna hiç girmiyorum. İnternet sektöürü bir yana, başta KOBİ’ler olmak üzere şirketler ve kullanıcıların bedelsiz hizmetlerle elde ettikleri fayda, kaybolan iş hacmi, kaçan müşteriler, itibar kaybı, işletme boşluğu...

Yanlış hesabınızın bedelini ödeyecek misiniz?

16 Haziran 2010

İnternet Sansürüne Karşı Ortak Platform toplantısı



İnternet Sansürüne Karşı Ortak Platform toplantısı, 19 Haziran Cumartesi saat 13:00 - 17:00 arasında Kadir Has Üniversitesi'nde olacak.Katılıma açıktır...

Basın duyurusu:

Yer: Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü
Tarih: 19 Haziran 2010 Cumartesi
Saat: 13:00 - 17:00

İnternet sansürüne karşı güçlerimizi birleştiriyoruz!

Bilindiği gibi, Haziran 2010 başında İnternet’te erişim engellemeleri ivme kazanarak sansür baskısını yoğunlaştırdı. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) Youtube engellemesi ile ilgili mahkeme kararını yetkisiz bir biçimde yorumlayarak giriştiği IP bloklaması, bu siteyle aynı IP’leri kullanan bir çok Google hizmetini erişilmez kılarak tüm internet kullanıcılarını mağdur etti. Ülkemizde kaygı verici bir biçimde yoğunlaşan internet sansürü yeni bir aşamaya geçmiş bulunuyor.

TİB’e karşı açılan davaların yanı sıra, biz, internette sansüre karşı mücadele eden farklı gruplar, güçlerimizi birleştirmeye ve bir ortak platform oluşturmaya karar verdik. Bu amaçla, 19 Haziran 2010 tarihinde Kadir Has Üniversitesi’nde ilk Ortak Platform toplantımızı gerçekleştiriyoruz.

Bu toplantıda, 5651 sayılı sansür yasası başta olmak üzere, temel birer insan hakkı olan düşünce ve ifade özgürlüğü, iletişim özgürlüğü ve özel hayatın korunması hakkını ihlal eden, hukuk devleti ilke ve kurallarına aykırı bir biçimde gerçekleştirilen sansür baskısına karşı birlikte neler yapabileceğimizi konuşacağız; bir eylem planı oluşturacağız.

İnternet’te sansüre karşı çıkan tüm kişi, kurum ve kuruluşları güçlerini bizlerle birleştirmeye çağırıyoruz.

Gelin, İnternet Sansürü’ne karşı birlikte mücadele edelim!


İNETD (İnternet Teknolojileri Derneği)
NETDAŞ
Sansüresansür
Korsan Partisi Oluşumu
Alternatif Bilişim
Sansüre Karşı Ekşi Sözlük Zirvesi
Sansüre Yeter! Kampanyası
Meşgul Sinyali
Yeşiller
ve diğerleri.....

Katılım için: http://ff.im/m32AM
Gündem Önerileri: http://ff.im/m3cXh
Basın Duyurusu: http://ff.im/m4RAb

11 Haziran 2010

Google skandalı, Türkiye’nin internet sansürü serüveninde “eşik etkisi” yaratır mı?



Bir şeylerin dönüştüğü kesin. Daha önce harekete geçmeyenler sorular sormaya, meseleyi anlamaya çalışıyor. Bir zamanlar hareketli olup umutsuzluğa kapılanlar uyanıyor. Yeni birliktelikler, hareketler, platformlar doğuyor. Farklı demokratik eylem biçimleri yoğun bir şekilde tartışılyor. Toplantılar, gruplar, özel iletişim mecraları örgütleniyor. Öte yandan, “heyecan” yapmak için de henüz erken... gibi duruyor... Bu gelişme bir saman alevi mi, yoksa yaşadığımız bu skandal bizde bir bilinç durumu yarattı mı, kalıcı bir hareket doğurur mu, bunu zaman gösterecek.

Geçtiğimiz hafta, Türkiye’de internet kullanıcılarının neredeyse tamamı Google hizmetlerine erişimde yaşanan kaos yüzünden büyük bir sıkıntı yaşadı. Türkiye’de internet toplam olarak yavaşladı, ağırlaştı, saç baş yoldurdu. Kullanıcılar, Google Docs’da bulunan dosyalarına erişemediler; Google Analytics kullanan bütün sitelere erişimde sorun çıktı, siteler sonsuz döngülerde kayboldu; Google Calendar üzerinde randevularını, katılacağı etkinliklerin kaydını tutanlar kayboldu; Google Code çalışmadığı için geliştiriciler sorun yaşadı; yoğun bir biçimde kullanılan ve Türkiye gibi ülkeler için vazgeçilmez hale gelen Google Translate çalışmadı; Google Groups ile proje geliştiren, haberleşen, etkileşimde bulunan gruplar seslerini kaybetti; Google Scholar kapsamındaki eğitim kaynakları erişilemez hale geldi; Google Sites ve Google Blog’da bulunan binlerce blogla bağlantı kesildi; Gooogle Photos’a fotoğraflarını, görsel malzemelerini yükleyenler, Google Images’da görsel arayanlar sıkıntı yaşadı; haber kaynaklarını, blogları Google Reader’la takip edenler boş bir sayfaya bakakaldı; Google’ın arama motoru tam randımanlı çalışmadı; Gmail gitti geldi, milletin yüreğini hoplattı... Youtube’dan bahsetmiyorum; o zaten engelli...

Sosyal ağlarda, önce “ne oluyor, Google mı çöktü, kablo mu koptu” tartışmaları başladı; sonra internet hizmet sağlayıcılara gelen e-posta metinleri ortama düştü: “Değerli Müşterimiz, 3 Haziran 2010 tarihinde Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'ndan firmamıza iletilen karar sebebi ile Google'a ait bazı IP'lere hukuksal nedenlerden dolayı erişim engellenecektir. Erişimi engellenen IP’ler dolayısıyla, Google’ın bazı uygulamalarına erişememe ya da yavaşlık yaşanması beklenmektedir. Bu engellemenin muhtemel etkileri içerisinde; - Google web sitesine erişimde sorun yaşanması - Reklam vb. analiz verisi için web sitelerinde Google analytics, Google maps gibi Google uygulamalarını kullanan portal veya web sitelerinde erişimlerin yavaşlaması, - Google Toolbar yüklü bilgisayarlarda bazı sitelere yavaş erişme, - Web siteleri dahilinde “google search” kullanan alan adlarına erişimde yavaşlama, - Firmanıza ait Google uygulamalarıyla entegre ya da Google Search’ a dayalı bir takım uygulamalarınızın bu erişim kısıtlamasından etkilenmesi söz konusu olabilecektir.

Bu haberi takiben, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) bu sefer de Google’ı mı engellediği tartışılmaya başlandı, ortam hararetlendi. Erişim engelleme istatistiklerini bile yayınlamaya tenezzül etmeyen TİB, her zamanki gibi internet kullanıcılarından bir açıklamayı çok gördüğü için, doğal olarak, komplo teorileri de dahil, çok sayıda yorum ortalılıkta uçuşmaya başladı. Google’ın internet kullanımına ne kadar entegre olduğu ve bu durumun bireysel ve kurumsal tüm internet kullanıcılarını etkilediği düşünülürse, oluşan infiali doğal karşılamak gerekir.

Haberler sosyal medyadan geleneksel medyaya taşınca, TİB’den bazı bilgiler önce “seçilmiş” medya kuruluşlarına sızdırıldı, infial dinmeyince de resmi bir açıklama geldi mecburen: “Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Ankara, 04.05.2010 Bazı basın yayın organlarında, hakkında erişim engelleme tedbiri uygulanmamış google gibi kimi alan adları/web siteleri ve hizmetlerinin erişimlerinin engellendiği yönünde yapılan haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Tarafımızca tesis edilen işlem, kamuoyunun yoğun gündemini oluşturan İnternet adresleriyle ilgili olmayıp, Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 05/05/2008 tarihli ve 2008/402 no’lu kararı gereği erişimi engelli olan,http://www.youtube.com İnternet adresine ilişkin IP adreslerinin güncellemesinden ibarettir. Sonuç olarakhttp://www.youtube.com a erişim amacıyla kullanılan ve tarafımızca engelleme tedbiri kapsamında güncellenen IP adreslerinin arkasında farklı şirketlere ait alan adı veya çeşitli hizmetlerin barındırılması bu şirketlerin kendi tercihleri ve sorumluluklarındadır. Dolayısıyla bu hizmetlerden yararlanan İnternet kullanıcılarının mağduriyetinin çözümü bahse konu hizmetleri sunan şirketlerin elinde bulunmaktadır.”

Uzun uzadıya anlatmak yerine, TİB’in açıklamasını gördüğümde Friendfeed’de yazdığım yorumu aynen buraya yapıştırayım: “TİB, zaten bildiğimiz şeyi söylemiş: ‘Ben Google'ı değil Youtube'ı engelledim. Ama aklım başıma yeni gelip bakalım bir de IP bazlı engelleme yapayım dediğim için elime yüzüme bulaştırdım, arada Google servisleri de kaynadı. Ama bundan Google suçlu. Benim uluslararası hukuka ve kendi anayasama bile aykırı olan 5651 sayılı yasama uyarak yaptığım bu engellemede Google elimi kolaylaştırıp Youtube'a istediğim zaman engelleyebileceğim tek bir IP atamıyor! Google suçlu, çünkü tüm uluslaarası toplumun dalga geçtiği sansür yasama saygı göstermiyor’... demiş. (mealen :)

Aslında bu yazıyı ne olup bittiğini anlatmak için yazmıyorum. Hepiniz olup bitenleri gayet iyi biliyorsunuz. Ben bunları yazarken sorun hala çözülmüş değil. Çoğunuz sıkıntı yaşamaya ve içinizden rahmet okumaya devam ediyorsunuz. Bu yazının asıl amacı, bu skandalın (artık bu olayla ilgili olarak “Google Skandalı” kod ismini kullanacağım) yarattığı hareketlenmenin, Türkiye’de internet sansürü karşısında oluşan toplumsal muhalefet için bir “eşik etkisi” yaratıp yaratmayacağını sorgulamak.

Bunu sorgulamamın tek nedeni sadece infialin boyutları değil; sorunun kaynağı olan TİB’in şimdiye kadar sadece resmi açıklamalarla ve hükümet üyelerinin söylemleriyle yetinirken, bu kez kendisini savunmak için daha önce kullanmaya pek yeltenmediği PR araçlarını devreye sokması. Başbakan’ın (bir kaç kez tekrarladığı için dil sürçmesi olarak yorumlanamayacak) “otosansür” talebi ve Ulaştırma Bakanı’nın “bu ülkeyi Google mı yönetecek?” çıkışından söz etmiyorum. Bu tür söylemlere alıştık.

“PR araçları” derken son günlerde okuduğum bazı haberleri ve açıklamaları düşünüyorum (Yok, Başbakanla buluşup “otosansür” taleplerini ciddi ciddi dinleyen “internet habercileri”nden de söz etmiyorum!). Burada vereceğim örneklerin kalemlerini veya sözlerini “TİB’e adadığını” filan söylemiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın! Ama bu sözlerin sahiplerinin gerek TİB gerek bünyesinde yer aldığı BTK -Bilgi Teknolojileri Kurumu-, gerekse yazılarımda sık sık sözünü ettiğim, 5651 sayılı sansür yasası kapsamında kurulmuş bulunan, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı İnternet Kurulu ile kurumsal ilişkilerinden dolayı bu soruna pek de nesnel yaklaşamadıklarını gözlemliyorum; hatta iyimser bir tahminle “yanlış yönlendirildiklerini” düşünüyorum. Bu örnekleri aktarmadan önce, TİB açıklamasındaki maddi hatayı da ortaya koymam gerek: Google Skandalı’nı yaratan, Google’ın IP’lerle oynaması değil. Google servisleri zaten bir IP havuzu kullanıyor, bu IP’ler dinamik olarak belli servislerle ilişkileniyor ve bunlar sürekli değişiyor. Bu Google’ın yürüttüğü uluslararası operasyonun teknik bir parçası (“Reverse IP” vb. teknik ayrıntılara hiç girmiyorum, ama internette dinanik IP kullanımından ve bir IP’nin aynı anda bir çok siteye hizmet vermesinden daha doğal bir şey olmadığını belirtmekle yetineyim). Yani, “bir şey yapan” Google değil, TİB. TİB Mayıs ayı sonunda Youtube yasağı ile ilgili olarak, DNS yerine IP temelli erişim engelleme sistemine geçiyor; sorunu yaratan da bu. (Üstelik burada EEKA sunucuları denilen ve Türkiye’nin yurtdışı internet çıkış noktalarına yerleştirilen, tam olarak ne yaptığı bilinmeyen bir takım sunucular vasıtasıyla bu bloklamanın yapıldığı söyleniyor. Bu yöntem sadece erişim engellemeye değil, iletişim dinlemeye ilişkin bir mekanizma olduğu kanısını uyandırıyor, ki bu konudaan bağımsız olarak sorgulanması gereken, vahim bir durum. Bu, şu anda bir dava konusu)

Mesela, Füsun S. Nebil imzalı, sahibi olduğu Türk.internet.com’da yayınlanan “Google, YouTube Erişim Engellemesini Aşıyor mu?” başlıklı haberi, resmi açıklama yayınlanmadan bir gün önce okudum. Haberin özü, tam da TİB’in sonradan gelen açıklamaları gibi suçu Google’da aramamızı öğütlüyordu. Haber, Google’ı “şaşırtmaca taktikleri” kullanarak engellemeyi delmekle suçluyor, hatta Youtube’un “Türk hukuku ile olan sorununu çözmek yerine” “yasağa aptalca bir şekilde takılmış durumda” olduğunu ilan ediyordu! Ulaştırma Bakanlığı’nın Youtube ve Google ile ilgili komplo teorilerini andıran açıklamalarını düşünerek haberi Friendfeed’de paylaştım. Füsun Nebil, 2001‘deki RTÜK saçmalığından beri bu konularla ilgilidir. O dönemde kurulan İnternet ve Hukuk Platformu’nda bir süre birlikte de çalıştık. Kendisini, son olarak Ankara Barosu ile birlikte düzenlediği, yargı mensuplarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarından da katılımın olduğu iddialı “Kartepe Çalıştayı’ndan hatırlayanlar olacaktır (Bu konuda BThaber’de yazmıştım: “Kartepe Kriterleri”). Nebil, hala nasıl olduğunu tam olarak anlayamadığım bir biçimde İnternet Kurulu’nun da bir üyesidir. (Anlıyamıyorum, çünkü kendisi bir sivil toplum kuruluşunu temsil etmiyor. Medyayı temsilen orada olduğunu varsaysak, bu kez başka bir medya temsil edilmediği için durum yine anlaşılmıyor. Çok da önemli değil, bu bir “danışma kurulu” ve kimleri davet edeceği Ulaştırma Bakanlığı’nın bileceği iş.) Neyse, sonuçta, bu “haber”i haberci olarak mı yoksa Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı İnternet Kurulu’nun bir üyesi olarak mı yazdığını anlamak isterdim. Resmi açıklamadan önce bazı bilgilere ulaşırken yanlış yönlendirildiği olasılığını saklı tutarım.

İnternet Kurulu”nu, bilişim STK’larını ehlileştirmekten başka bir işlevi olmadığı için çok eleştirmiştim (örneğin: “İnternetin MGK’sı!”). Eleştirilerimde yanlız da değildim. Benden önce Yurtsan Atakan bu kurul üyelerini topa turtmaya başlamıştı. Nitekim Kurulun etkileri şimdi daha açık seçik bir biçimde ortaya çıkmaya başladı. Google skandalı sonrası medyada “Türkiye Bilişim Derneği Başkanı” sıfatıyla Turhan Menteş’in açıklamaları talihsiz bir bağlamda yer aldı: "Ortada başka bir sorun var. Gözden kaçıyor. YouTube ve Google Türkiye'de muhatap istiyor mu, istemiyor mu? Bu kısmını ben çok merak ediyorum. Türkiye'nin tek sorunu muhatap bulamaması. Bunu çok samimi olarak söylüyorum. YouTube'un birçok ülkede temsilciliği varken, Türkiye'de bulunmuyor. Sorunun uluslararası alanda çözümünün bulunması lazım. Türkiye'de tek başına bu sorunun çözülmesi mümkün değil. Onun için de muhatap bulunması gerekiyor. Türkiye'de bu sorunun çözümünü istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Sorun bu." Ben, TBD’nin bir üyesiyim. Menteş’le ve diğer TBD üyeleriyle birlikte yıllarca internet sansürüne karşı mücadele ettik, toplantılar düzenledik, yayınlarda bulunduk. Sansürden yana olmadığından eminim. O yüzden bir dahaki sefer, böyle bir zamanda, böyle bir açıklamayı TBD başkanı değil İnternet Kurulu Başkanı sıfatıyla yapmasını tercih ederim (Evet, Menteş, İnternet Kurulu’nun da başkanıdır). Bu açıklamayı Google’un vergi borcuna istinaden Ulaştırma Bakanı’nın söylediklerine ve Youtube engellemesini vergilendirmeye bağlamaya çalışmasına dair yapmış olduğu ihtimalini saklı tutarım (Bu durumda da dezenformasyona kurban gitmiş olur ki, TBD gibi bir sivil toplum kuruluşunun başkanına sansüre karşı çıkmak duruken vergi hesabıyla uğraşmayı hiç yakıştıramam, orası başka). Ancak, kendisi, 5651 sayılı sansür yasasının “yer sağlayıcı” olarak tanımlanan uluslararsı platformları da “faaliyet belgesi” almaya, ofis açmaya zorlamanın hukuki bir meşruiyeti olmadığını en az benim kadar bilir.

Son örneğim ise bunların arasında en talihsiz olanı. “İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilişim Teknolojisi Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktörü" Yrd. Doç. Dr. Leyla Keser Berber'in NTV kanalında yaptığı, TİB’in yanıltıcı açıklamasını destekleyen, Google’ın bu konuda TİB tarafından “uyarıldığını” söyleyen, sorumluluğu tamamen Google’ın IP politikasına yükleyen konuşmasıydı. Kendisi bu açıklamayı bir hukukçu, istelik bu alanda önde gelen bir kurumun (bu arada Merkez YÖK onayı ile Enstitüye dönüşmüş durumda) direktörü sıfatıyla yaptığı için, yarattığı dezenformasyon etkisi daha büyük oldu. Gerek bu kurumun Danışma Kurulu üyelerinden biri, gerekse Keser’in bir dostu olarak ben kendisinin TİB tarafından teknik konularda yanıltıldığını düşünüyorum. Muhtemelen BTK’daki bağlantıları, onu Google’ın Youtube engellemesini aşmak için bir IP oprasyonu çevirdiğine ikna etmiştir. Onun da sansüre tamamen karşı olduğunu biliyorum. Bu konuda yaptığı çok değerli çalışmalar var. Ama konuşmasından edindiğim izlenim, Google’ın bile isteye sırf TİB’i zor durumda bırakmak için IP politikasını değiştirdiği yönündeydi. Oysa bunun doğru olmadığını, IP bloklamayı TİB’in denemeye başladığını, skandalın da buradan çıktığını biliyoruz. TİB muhtemelen Google’a bir uyarı metni göndermiştir, ama Keser de bu tür bir metnin uluslararası hukuki geçerlilği olmayacağını gayet iyi bilir.

Başka örnekler de verilebilir. Ama önemli olan, TİB’in ve Bakanlığın kendi kurumsal ilişkilerini, “kriz iletişimi” amaçlı olarak, üstelik yanıltıcı bir biçimde kullanmış olması. Google skandalının kendilerine nasıl bir zarar vereceğini tahmin etmiş olmalılar. Aslında bu zararı çok da iyi hesaplayamadıklarını düşünüyorum. Çünkü skandalın Türkiye’ye, ülke ekonomisine, kullanıcılara ve elbette hak ve özgürlüklere verdiği zarar o kadar büyük ki! Elbette bu zararın bir kısmını paylaşmak zorunda kalacaklar.

Ben bu satırları yazarken Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, TV kanallarında bir açıklama yapıyordu. Açıklaması daha önce de sürekli tekrar ettiği belli argümanlar üzerine kuruluydu (bu arada “milli ekonomi” ve “vergi” düğmelerine de basmayı ihmal etmedi elbette!). Yukarda sözünü ettiğim yanıltıcı bilgileri de verdi ve Google’ı IP operasyonlarıyla Youtube yasağını aşmaya kalkmakla suçladı; TİB’in hiç bir şey yapmadığını sorunun Google’dan kaynaklandığını savundu (ki böyle olmadığını, TİB’in IP temelli engellemeyi “denemeye başladığını biliyoruz); akabinde gelen teknik sorulara ise cevap vermedi. Kanalların bu açıklamayı “internet yasakları” banner’ıyla duyurması, Google Skandalı’nın en azından otoriteler için belli bir eşik aşımını temsil ettiğini göstermesi bakımından ilginçti.

Ulaştırma Bakanı'nın açıklaması ile ilgili olarak tek bir şey söylemek yeterli: Sırf yer sağlayıcı bir platform diye, Youtube’un Türkiye’de faaliyet belgesi almaya ve ofis açmaya zorlanması, Türkiye dışında hiç bir ülkenin hukukunda yoktur. Hangi ülkede ofis açacağı tamamen şirketin kendi kararıdır. Kaldı ki, Bakanın sözünü ettiği gibi Youtube’un yirmiye yakın ülkede “temsilciliği” bulunmamaktadır. Youtube, Google grubuna bağlı bir kuruluş olarak Google ofislerini kullanmaktadır. Bakan ve TİB yetkilileri, muhtemelen Youtube’un bazı ülkelerin alan adı uzantısıyla ve o ülke dillerinde yayınladığı “anasayfa” ve kullanıcı arayüzlerini temsilicilkle karıştırmaktadır. Engellemeden bu yana Bakan Youtube’dan sadece Türkçe bir ayna site yapması ve bunu Türkiye’deki sunucular üzerinden yayınlamasını talep etmektedir. Böylece elde edecekleri bir “hayalet site”yle istedikleri gibi oynayabileceklerini düşünmektedir muhtemelen. Kuruluş bunu kabul etmemekte tamamen haklıdır, çünkü böyle bir talebin uluslararsı hukukta karşılığı yoktur (Çin örneğini aklınıza getirmeyin, oradaki sorunun çok farklı olduğunu söylemekle yetinelim. Ayrıca Türkiye Çin değil!) Dolayısıyla, “Google bizi saymıyor” açıklamaları sadece tribünlere oynamaktan ibaret. Bu skandalla yanlızca hak ve özgürlüklerimize değil milli ekonomiye de büyük bir zarar verilmiştir ve bu zararın tek sorumlusu Hükümet ve ilgili otoritelerdir. Bu hukuk skandalının orta yerinde “ama Google da vergi vermiyor” tarzı cümleler kurmak ise belki insanların kafasını karıştırmaya yarayabilir; ama hukuken yok hükmündedir; çünkü iki durum arasında hukuki hiç bir bağ bulunmmaktadır. Neyse ki şimdilik vergi borcu yüzünden erişim engelleyecek kadar abartmadık! Üstelik, hükümetin akıllıca bir zamanlamayla Google’a tahakkuk ettirdiği 30 milyon TL.lik vergi borcu (ki çok tartışılır bir operasyondur), bu son yaşananlar dolayısıyla TİB’in Türkiye ekonomisine verdiği zararın yanında devede kulak kalır. Yani neresinden bakarsanız bakın, hükümet yanlış hesap yapmaktadır!

Google’sızlığın Türkiye ekonomisine bir aylık maliyeti, şu sırada alanında uzman akademisyenlerin katkılarıyla, bilimsel yöntemlerle, ekonometrik modeller kullanılarak hesaplanıyor. Bu çalışmanın sonuçları çok yakında duyurulacak. Başta KOBİ’ler olmak üzere şirketlerin ücretsiz Google hizmetlerini kullanarak sağladığı yarardan, analytics sorunu nedeniyle yurtdışı hosting firmalarına göç etmesi kaçınılmaz firmaların internet sektörüne vereceği zarara, gmail ve diğer doğrudan iletişim kesintilerinin kullanıcılar ve şirketlere kaybettirdiği ilişki, müşteri ve itibar kaybından şirketlerin analytics nedeniyle yaşadığı sonsuz döngüye giren web sitelerinin yaratacağı zarara çok sayıda parametre devreye giriyor. Oldukça yüksek bir meblağdan söz ediyoruz. (Bu çalışmanın Google’ın internetle ne kadar entegre olduğunu ölçmemiz için bize bir fırsat da sunmasından dolayı TİB’e teşekkürlerimizi de ayrıca ileteceğiz...) Bu olayın Türkiye’ye kaybettirdiği itibarın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi bedelini ise öngörmek zor değil. Bu skandalı kınayan uluslararası kurum, kuruluş ve medya organlarına her gün bir yenisi katılıyor. Bu boyutta bir hasar yarattığınızda, kırdığınız kolun yen içinde kalmasını bekleyemezsiniz...

Şimdi, baştaki soruya geri dönelim: Google skandalı, Türkiye’nin internet sansürü serüveninde bir dönüm noktası, bir eşik deneyimi, hadi abartalım, bir “paradigma dönüşümü” yaratır mı? Bir şeylerin dönüştüğü kesin. Daha önce harekete geçmeyenler sorular sormaya, meseleyi anlamaya çalışıyor. Bir zamanlar hareketli olup umutsuzluğa kapılanlar uyanıyor. Yeni birliktelikler, hareketler, platformlar doğuyor. Farklı demokratik eylem biçimleri yoğun bir şekilde tartışılyor. Toplantılar, gruplar, özel iletişim mecraları örgütleniyor. Öte yandan, “heyecan” yapmak için de henüz erken... gibi duruyor...
Ne oldu? Bilgi sosyal medyaya düşer düşmez insanlar kulak kesildi. Medyada haberler çıktıkça bu dinleme hali yoğun bir tartışmaya dönüştü. Şimdiye kadarki engelleme haberlerinde bu kadar yoğun bir katılım görmemiştik. Çünkü bu sefer, istisnasız her internet kullanıcısı kendisini ilgili hissetti. Çok farklı görüşler de dile getirildi elbette. Uygulamayı savunanlar da vardı. Bu doğal. Daha çok “kurumsal” platformlardan gelen, “aman anlaşsınlar da kimse mağdur olmasın (biz de işimize devam edelim)” tarzı çıkışlar da vardı. Bu da çok doğal. Kurumsal, sektörel bakışın her zaman her yerde böyle bir boyutu vardır, zararlı da değildir; en azından sorunu dürüstçe saptamaktan çekinmediğinde. Ama büyük bir çoğunluk, açık seçik bir biçimde olarak tepkisini otoritelere yöneltti. Sağlıklı bir gelişme...

Şimdi, bu gelişme bir saman alevi mi, yoksa yaşadığımız bu skandal bizde bir bilinç durumu yarattı mı, kalıcı bir hareket doğurur mu, bunu zaman gösterecek.

Bazı yenilikler var: Mesela dijital ajanslar “İnternet Geleceğimizdir” başlığıyla sansüre karşı bir bildiri yayınladı. Şimdiye kadar şirket gruplarını kapsayan böyle bir hareket pek görmemiştik. Ekşi Sözlük kullanıcıları kendi içlerinden dışarıya doğru bir hareket başlattılar. Hareketlerin siber mekandan sokağa çıkması, gerçekliğe genişlemesi gerektiği konusunda (neredeyse) bir fikir birliği oluştu. Bobiler sansüre karşı bir yürüyüş başlattı. Netdaş, Sanüresansür ve Korsan Partisi oluşumu yeni bir ivme kazandı. İNETD (İnternet Teknolojileri Derneği, TİB’e karşı yürütmeyi durdurma davası açtı ve suç duyurusunda bulundu. Cyber-rights hareketinin kurucusu ve Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Doç Dr. Yaman Akdeniz ve insan hakları hukukçusu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, TİB’e itiraz dilekçesi verdiler. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, İsveç Korsan Partisi skandal uygulamayı kınadılar. OpenNet Initiative olayı duyurdu. Wikipedia’nın ingilizce versiyonundaki “Türkiye’de sansür” maddesi zenginleşti. Çok sayıda yabancı medya kuruluşu ve internet yayını skandalı duyurdu. Türkiye ile “Google sansürü” etiketleri kaçınılmaz olarak yapıştı ve Çin’in ardındaki boş sırayı kaptık! (Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı'nın son raporu da AB tarafında durumumuzun nasıl göründüğünü zaten net bir şekilde ortaya koyuyor. 2009 İlerleme Raporu da Türkiye’yi Youtube engellemesi yüzünden uyarmıştı.) Bu arada bir başka yenilik de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, üstelik Twitter hesabından, Youtube engellemesini eleştirmesi oldu...

Şimdi hep beraber bir ortak platform yaratmayı, hak ve özgürlüklerimizi daha yüksek sesle talep etmeyi konuşuyoruz; bir araya geliyoruz, tartışıyoruz; hukukun her eve lazım olduğunu farkediyoruz; yeni eylem tarzlarını, demokratik zorun yeni biçimlerini keşfediyoruz.

Bütün bu kıpırtılar umarım yeni bir şey doğurur. Umarım bütün bunlar bir doğum sancısdır. Çünkü karın ağrısıysa, her şey normale döndüğünde (çünkü hep döner), aslında hiç bir şeyin normal olmadığını unutursak...

İşte o zaman bari “aramızdan birinin” uyarladığı biçimiyle şu çok eski bilgeliği hatırlayın:

“en son ip bloklandığında, en son dns engellendiğinde, beyaz adam dns değiştirmenin kurtuluş olmadığını anlayacak.”

İlk olarak, Sasünseresansür blogunda yayınlanmıştır...

01 Haziran 2010

Oyunun Kuralı - Baykal’ın meyveleri...

Baykal'ın videoları, sadece ahlaksız bir politika aracı olmakla kalmadı, başka işlere de yaradı. İktidar bu videoların yarattığı havayı kullanarak internete yeni baskıcı düzenlemeler getirmeye hazırlanıyor.

Doğrusu devlet bilginin dolaşımını denetlemek, özellikle de interneti sansür etmek için hiç bir fırsatı kaçırmıyor! Dezenformasyon da bu yolda en kullanışlı araç olarak ortaya çıkıyor. Hatırlarsanız, 2007 yılına girerken, önce siyah tişörtle gezen ve metal dinleyen bütün gençlerin satanist ve bu işin baş sorumlusunun internet olduğuna inandırılmıştık. Hemen akabinde, medya gayet akıllıca kullanılarak Türkiye’nin dünya çocuk pornografisi merkezi olduğuna ikna edildik. Bir sürü tutuklama yapıldı. Gerçi bunların hemen hepsi beraat etti, ama olsun, operasyon başarıya ulaşmış, gözle kaş arasında 5651 kod adlı internet sansür yasası çıkarılmıştı.

Şimdi de böyle bir fırsat daha ortaya çıkmış görünüyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın özel hayatına dair videolar internette yayınlanınca ortalık birbirine girdi, malum. Bunun sonuçlarından biri Baykal’ın istifası oldu. Bunun siyasetin kirli yöntemlerinden biri olduğu açık. Gerçi bu tür olaylar demokratik toplumlarda çok sık yaşanıyor ve genellikle de istifa mekanizması işletiliyor. Özel hayatın gizliliğinin korunması temel bir hak. Ama söz konusu olan bir siyasi parti lideri, bir bakan ya da milletvekili olunca, bu gizliliğin bozulmasının bu tür kaçınılmaz sonuçları da oluyor.

Bizi burada ilgilendiren olayın farklı bir boyutu. Videonun yayınlandığı “metacafe” sitesi ve İspanyol El Mundo gazetesinin sitesi TİB’in ihtiyati karar tedbiri ile erişime engellendi. Ulaştırma Bakanı’nın açıklamalarından, bunun Başbakan’ın “emri” ile yapıldığını öğreniyoruz. Yani hukukla değil! Bildiğimiz kadarıyla, terör ve telif hakları hariç, 5651 içindeki katalog suçlar dışında engelleme yapılamıyor. Bu olayda böyle bir neden söz konusu olmadığına göre hukuksuz bir engelleme ile karşı karşıyayız. Söz konusu olan ana muhalefet partisi başkanı olunca, demek ki böyle hukuksuz işlemler meşru görülüyor. Sade vatandaşın kişisel hayatı ise kolaylıkla çiğnenebiliyor.

Ulaştırma Bakanı’nın açıklamaları bununla da kalmıyor. Adalet Bakanlığı ile internet ile ilgili suçların cezalarını ağırlaştıracak yeni bir düzenleme üzerinde çalıştıklarını söylüyor. Buna 5651‘deki katalog suçların kapsamının artırılması ve Ulaştırma Bakanlığı’na bağlanacak RTÜK’ün de internet yayınlarının sansürüyle yetkilendirileceği haberleri eklenince, gidişatın vehameti ortaya çıkıyor. Oysa bu son olay pozitif bir düzenleme anlayışında olsa olsa kişisel verilerin korunması yasasının çıkarılması gibi birey lehine önlemleri gündeme getirirdi. Bizde tersi oluyor.

Devlet Baykal’ın meyvelerini topluyor.