31 Ağustos 2009

Oyunun Kuralı -İnternet sansüründen, mahremiyet ve iletişim özgürlüğü ihlaline…

İktidar kendisine göre “temiz”, sakıncalı gördüğü yayını susturabildiği, kullanıcıları izleyip denetleyebildiği, Türkiye sınırları içine kapalı bir internet mi istiyor?

“Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi ve Kayda Alınmasına Dair Usul ve Esaslar ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik”in bazı maddelerinde değişiklik yapıldı. Yeni yönetmelik, 5651 sayılı internet sansürü yasasını olağanüstü yetkilerle genişleterek TİB’nın internet üzerindeki etkinliğini artırıyor.

Buna göre, TİB, “internet ortamında yapılan ve 5651 sayılı kanun kapsamına giren suçları oluşturan içeriğe sahip faaliyet ve yayınları önlemeye yönelik çalışmalar yapacak ve bu amaçla, gerektiğinde, her türlü giderleri Kurumca karşılanacak çalışma kurulları oluşturacak”. “İnternet ortamında yapılan yayınların içeriklerinin izlenmesinin hangi seviye, zaman ve şekilde yapılacağını belirleyecek olan TİB, internet ortamındaki yayınların izlenmesi suretiyle”, kanunda yer alan "katalog suçlar"ın "işlenmesini önlemek için izleme ve bilgi ihbar merkezi dâhil, gerekli her türlü teknik altyapıyı kuracak veya kurduracak, bu altyapıyı işletecek veya işletilmesini sağlayacak".

Özellikle yargı dışı izleme, denetim, gözetim, filtreleme ve engelleme yetkileriyle sansür aygıtı güçlendirilirken, kişisel mahremiyet hakkı ve iletişim özgürlüğü ihlallerine kapı açılması demek bu. Bunun bir adım sonrası, vatandaşlık numarasıyla internete bağlanmak ve her gördüğümüz içeriğin, yazıp çizdiğimiz her şeyin kayda alınması mı olacak? İktidar kendisine göre “temiz”, sakıncalı gördüğü yayını susturabildiği, kullanıcıları izleyip denetleyebildiği, Türkiye sınırları içine kapalı bir internet mi istiyor? Yönetmelikte yayınları sürekli olarak izleyip sakıncalı gördüklerini kenara alacak bir teknik sistem tanımlanıyor. Çin ve İran da bu tür sistemleri kullanıyor. Bu sistem sadece yayını değil yayını görüntüleyen, onu yorumlayan bireyleri de izleyebilir. Yani, erişimin engellenmesi ile yetinmeyip, tüm içeriği denetlemek anlamına gelecektir bu.. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nda yapılması düşünülen değişikliklerle bu kez telif hakkı ihlaline engel olmak bahanesiyle izleme devreye girecek. Bu da sansürden bir adım ötesine, yani özel hayatın gizliliği ve iletişim özgürlüğünün engellenmesine kapı açar... Henüz kişisel verilerin yasal güvence altında olmadığı düşünülürse çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir.

BThaber, s:734, 24-30 Ağustos 2009

18 Ağustos 2009

Oyunun Kuralı - Siyasette inovasyon: Medyanın demokratikleşmesi

Yeni katılım teknolojileri siyaseti dönüştürmek için medyayı da dönüştürmek zorunda. Bir siyaset platformu olarak medyanın "bireylerin ve sivil yapıların" eline geçtiğini göreceğiz.

Son zamanlarda, özellikle 3G'nin hayatımıza girmesiyle birlikte, bilgi ve iletişim teknolojilerinin medyamıza neler getireceği veya götüreceğini köşe yazarları yoğun bir şekilde tartışıyor. Ben internetin gazeteleri ve televizyonu öldürüp öldürmeyeceğinden çok, yeni teknolojilerin medya ve kullanıcıları arasındaki ilişkiyi nasıl etkileyeceği konusunu sorgulamayı tercih ediyorum.

Konuyla ilgili en iyi çözümlemelerden birini Cemil Ertem, "Pentagon'un teknolojisi ve medyanın geleceği üzerine" adlı yazısında yaptı: " Bize geç gelen 3-G teknolojisi ve devamı hayatın temel dinamiklerini çok hızlı bir değişikliğe uğratacak. Devletin ve devletin yönlendirdiği medyanın 'mutlak' hâkimiyetinin sonuna geliyoruz. … Teknolojiyi elinde bulunduranlarla devlet yapılarını (iktidarları) ellerinde bulunduranlar arasındaki organik bağ giderek kopuyor. ... Bu yeni kapitalizm, şimdi bize onu karşıtına dönüştürmek için çok farklı olanaklar sunuyor. Mesela, artık medyanın, teknoloji marifetiyle devletin tekelinden çıkıp bireylerin ve sivil yapıların hâkimiyetine geçmesinin yolu açık."

Bilgi ve ağ ekonomisinin küresel ekonominin özü haline geldiği bir dönemde teknolojik gelişmeyle büyüyen "ağ etkisi" kapitalizmi dönüştürüyor. Bu paradigma dönüşümünün özünü, ağ yapılarıyla birbirine bağlanan değer "hub" ve düğümlerinin baskın hale gelmesi, yani "ağ kapitalizmi" oluşturuyor. P2P ekonomisi, "wikinomics", medya ve pazarlama sektöründeki teknolojik dönüşümler, siyasettin giderek teknoloji bağımlı hale gelmesi... Hepsi bu dönüşümün bir sonucu.

Kapitalizmi karşıtına dönüştürecek asıl aktör bu ağlara entegre olan toplulukların ta kendisi. Bu topluluklar Zapatistalardan Brezilya'daki katılımcı ağ ekonomisi deneyimlerine, viral pazarlamacılardan alter-küreselleşme taraftarlarına, Avrupa'daki Korsan Parti örgütlenmelerinden Peru'daki ağ gerillalarına, açık inovasyon topluluklarından hacker etiğini canlandırmaya çalışan yeni örgütlenmelere çok geniş bir yelpazeye yayılıyor.

Bu yazının kendisi sosyal ağın içinde, Friendfeed'de medya ve teknoloji konusunda yapılan tartışmalarda doğdu. Yeni katılım teknolojileri siyaseti dönüştürmek için medyayı da dönüştürmek zorunda. Bir siyaset platformu olarak medyanın "bireylerin ve sivil yapıların" eline geçtiğini göreceğiz. Çok yakında, "az sonra!.."

BThaber, s:732, 10 -16 Ağustos 2009

04 Ağustos 2009

Oyunun Kuralı - Siyasette inovasyon: Siyasetçileri zor günler bekliyor!

Teknoloji artık siyasete nüfuz ediyor. Yeni "katılım teknolojileri" ortaya çıkıyor. Meslekten siyasetçilerin hoşuna gitmese de siyasette bir inovasyon gerçekleşiyor.

Siyaset, özellikle de ana akım siyaset uzunca bir süredir krizde. Kimileri buna "demokrasi krizi" diyor. İnsanlar siyasi temsil mekanizmalarına giderek daha az inanıyorlar ve oy vermenin yeterli bir katılım olduğunu düşünmüyorlar. Seçimlere ilginin giderek düşmesi demokrasinin krizde olduğu anlamına gelmiyor. Bu aslında bir "siyaset krizi". Teknoloji artık siyasete nüfuz ediyor. Yeni "katılım teknolojileri" ortaya çıkıyor. Meslekten siyasetçilerin hoşuna gitmese de siyasette bir inovasyon gerçekleşiyor. Müzik yayıncıları, gazeteler ya da reklam ajansları da bu işten hoşlanmamıştı, ama sonuç değişmedi. Siyasetçileri zor günler bekliyor…

İsveç'te 2006'da kurulduğunda "Korsan Parti" alay konusu olmuştu. Bir bürosu bile yoktu. Sadece internet üzerinde örgütleniyordu. Son seçimlerde %7.1 oy alarak Avrupa Parlamentosu'na bir temsilci soktu. Bu, Türkiye'de köklü birçok partinin gösteremediği bir başarı. Korsan Parti'nin programı üç temele dayanıyor: telif hakları yasasının reforme edilmesi; patent sisteminin kaldırılması; kişisel mahremiyet hakkının korunması… Parti'yi bir anda "patlatan", İsveç hükümetinin telif hakkı lobilerinin yönlendirdiği ABD yönetimine boyun eğip yasadışı olarak "The Pirate Bay" ofislerini basması oldu. Devletin vatandaşların özel hayatından elini çekmesi gerektiğini düşünen çok sayıda kişi Korsan Parti üyesi oldu. Parti gerek AB'de gerekse dünyada hızla yayılıyor. Örneğin ultra sağcı Sarkozy yönetiminin interneti denetlemek üzere çıkarmaya çalıştığı HADOPI yasasının uyandırdığı tepki Korsan Parti'nin Fransa'da da örgütlenmesine neden oldu. Türkiye'de de benzeri bir oluşumun kurulması gündemde. Konu sosyal ağlarda yoğun bir biçimde tartışılıyor.

Siyaset yapmak dönüşüyor. Bireylerin siyasete katılımı geleneksel temsiliyet mekanizmalarını aşındırıyor. Doğrudan demokrasi talebi güçleniyor. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin ağ etkisi siyaset için etkili kanallar yaratıyor. Bu kanallar da doğası gereği bireyin devlete karşı korunmasına, yönetimin şeffaflığına, düşünce-ifade-iletişim özgürlüğüne ve mahremiyet hakkına odaklanıyor. Ülkemizde de bu hareketlerin yaratıcı etkisini hissedeceğiz. Bugün sansüresansür hareketi, yarın Korsan Parti, yakın bir gelecekte de siyaseti toptan dönüştürecek etkili yönetişim mekanizmaları…

BThaber, s:730, 27 Temmuz - 2 Ağustos 2009