22 Temmuz 2011

Oyunun Kuralı - Türkiye, AGİT bölgesinde devlet eliyle zorunlu filtre uygulamaya kalkan ilk ve tek ülke

"Türkiye, 22 Ağustos’ta, 56 ülkeden oluşan AGİT bölgesinde devlet eliyle zorunlu filtre uygulayan ilk ve tek ülke olacak.”


Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), 8 Temmuz 2011 tarihinde, “İnternette İfade Özgürlüğü: AGİT üyesi devletlerde internet ile ilgili ifade özgürlüğü, bilginin özgür akışı ve medya çoğulluğu hakkındaki yasal önlemler ve uygulamalara dair bir çalışma” başlıklı raporunu yayınladı. AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatović’in, raporun yazarı, internet hukuku ile ilgili konularda dünya çapında bir otorite sayılan, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz’le birlikte Viyana’da sunduğu rapor, tüm AGİT bölgesinde internet özgürlüğünü inceleyen en kapsamlı çalışma.


Raporda Türkiye ile ilgili de bir hayli malzeme olması, internet özgürlüğü konusundaki sabıkamız düşünüldüğünde normal. Nitekim rapor, “sites.google”, “last FM”, “wordpress”, “blogger” gibi popüler örneklerin yanı sıra erişime engellenen çok sayıda politik, muhalif internet sitesine de değinerek bu sabıkayı tescilliyor ve sorunun kaynağını, Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası hukuk kurallarını çiğneyen 5651 sayılı internet sansür yasası ve fikri hak düzenlemelerinde görüyor.


Raporun en önemli çıktılarından biri, BTK’nın 22 Ağustos’ta uygulamaya koyacağı, “güvenli internet” adı altında “sansürlü internet”i genelleştirecek filtre uygulaması hakkında. Bu uygulamanın, Avrupa Konseyi’nin Nisan 2011 tarihli “İnternet’in Evrenselliğini, Bütünlüğünü ve Açıklığını Korumak ve Geliştirmek” kararı ile bir internet sansürü olarak ilan edildiğini daha önce bu köşede yazmıştım. AGİT raporu çok daha açık ve seçik bir teşhiste bulunuyor. Filtre uygulamalarının interneti sansürlemek için kullanılan yöntemlerden biri olduğunu ve dolayısıyla filtre içeriklerinin bağımsız sivil toplum örgütleri tarafından dikkatle izlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bizdeki internet kafeler ve kamusal erişim alanlarındaki zorunlu ve şeffaf olmayan filtre uygulamalarını da eleştirdikten sonra vurucu cümle geliyor: “Türkiye, 22 Ağustos’ta, 56 ülkeden oluşan AGİT bölgesinde devlet eliyle zorunlu filtre uygulayan ilk ve tek ülke olacak.”


Yani BTK’nın kendisini savunmak için ileri sürdüğü, “birçok ülke filtre uyguluyor” iddiası resmen çürütülmüş oluyor. Çünkü bu ülkeler filtreyi devlet eliyle hazırlayıp, merkezi biçimde ve zorunlu olarak herkese dayatmıyor. Yani Türkiye, 22 Ağustos’tan sonra resmen Çin, İran, Suudi Arabistan liginde yer alacak...


BThaber, 18 - 24 Temmuz 2011 / s:830

Oyunun Kuralı - İnternet erişimi anayasal hak olmalıdır

İnternet erişimi ile ilgili talepler artık bu ülkedeki hak ve özgürlükler platformlarının, demokratik anayasa hareketlerinin ve sivil toplum alanının ayrılmaz bir parçasıdır. Yeni dönemde, demokratik hak arayışının, sadece internette sansüre karşı çıkmakla yetinmeyeceğini, internet erişim hakkının anayasaya eklenmesi için de mücadele edeceğini göreceğiz.


Bir önceki yazımda, Birleşmiş Milletler’in 4 Haziran 2011 tarihinde internet erişimini temel bir insan hakkı olarak kabul ettiğini; Avrupa Konseyi’nin de 19 Nisan 2011’de internet erişim hakkını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne eklediğini belirtmiştim; her iki sözleşmeye de imza koyan taraf olarak, ülkemizin bu kararları iç hukukuna uyarlama yükümlülüğünün bulunduğunu da.


Bu iki karar öncesinde İzlanda ve Finlandiya, internet erişimini temel haklardan biri olarak anayasalarına eklemişlerdi. Şimdi, başta AB ülkeleri olmak üzere, bir çok ülkenin bunu yaptığına tanık olacağız. Dolayısıyla bir çok ülkede bu temel hakkı ihlal eden sansürcü, baskıcı düzenlemeler, mesela internet erişimini kısıtlamaya yönelik Fransız HADOPİ yasası gibi yasalar da anayasa mahkemeleri tarafından iptal edilecek.


Her iki karara eşlik eden ve kararla birlikte kabul edilen raporlar, ülkemizdeki 5651 sayılı internet sansür yasası ve 22 Ağustos’ta yürürlüğe girmesi beklenen devlet eliyle topyekun internet filtrelemesi gibi düzenlemeleri, açık seçik bir biçimde internet sansürü olarak mahkum etti ve artık temel insan hakkı haline gelmiş bulunan internet erişim hakkını ihlal ettiğine karar verdi. Dolayısıyla internet erişimini temel hak olarak anayasamıza eklesek de eklemesek de bu sansürcü düzenlemeleri iptal edip bu hakkı koruyan düzenlemeler yapmakla yükümlüyüz.


Ama, internet erişiminin temel hak olarak tanınması, onun, yeni, sivil ve demokratik bir anayasanın vaz geçilmez unsurlarından biri olmasını gerektirir. İnternetin gayri-merkezi, tarafsız, sınır-aşan ve etkileşimli doğası, onu düşünce, ifade, bilgi ve haber alma özgürlüğünün asli parçası kılmaktadır. Dahası, internet erişimi en az seyahat özgürlüğü kadar temel bir insan hakkı olarak tanınmak zorundadır.


Bu bağlamda, internet erişimi ile ilgili taleplerin artık bu ülkedeki hak ve özgürlükler platformlarının, demokratik anayasa hareketlerinin ve sivil toplum alanının ayrılmaz bir parçası olduğu söylenebilir. Yeni dönemde, demokratik hak arayışının, sadece internette sansüre karşı çıkmakla yetinmeyeceğini, internet erişim hakkının anayasaya eklenmesi için de mücadele edeceğini göreceğiz.


Demokrasiyi bir türlü içine sindiremeyen iktidarlar ve giderek etkisizleşen temsiliyet mekanizmaları bunu bir tehdit olarak algılayacaktır. Ama unutulmasın ki, bu, halkın onları demokrasi için tehdit olarak algılamasından başka bir sonuca yol açmaz!


BThaber, 4 – 10 Temmuz 2011 / s:828

Oyunun Kuralı - İnternet erişimi temel bir insan hakkıdır

Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” diyen Başbakan, yaptıklarını sürdürüp, Türkiye’yi taraf olduğu sözleşmeleri ve kendi vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini açıkça ihlal eden bir ülke konumuna mı sokacak, yoksa demokratik bir hukuk devletine yakışmaya mı çalışacak, göreceğiz.


Birleşmiş Milletler, 4 Haziran 2011'de gerçekleştirilen genel oturumunda, İnsan Hakları Konseyi’nin "Düşünce ve İfade Özgürlüğünün İlerletilmesi ve Korunması" raporunu onayladı: Yani, internet erişimini bir insan hakkı olarak tanıdı. Ülkemizi de bağlayan bu karar, başta Fransız HADOPI yasası gibi vatandaşları internet erişimini kesmekle tehdit eden düzenlemeler olmak üzere, her türlü internet sansürünü insan hakkı ihlali haline getiriyor. Bu arada, raporun c/39 bendinin internet sansür yasamız 5651’i düşünce ifade özgürlüğünü ihlal eden bir düzenleme olarak tescil ettiğini de belirtelim.


Avrupa Konseyi'nin Strasbourg'da 18 - 19 Nisan 2001'de gerçekleştirdiği konferansında onayladığı "İnternet’in Evrenselliğini, Bütünlüğünü ve Açıklığını Korumak ve Geliştirmek" başlıklı kararı ise, internet erişimini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ekledi. Devletimizin bu sözleşmede de taraf olduğunu ve tüm hükümlerini iç hukukuna uygulama yükümlülüğü bulunduğunu hatırlatalım. Karar, bu erişimin her türlü devlet müdahalesinden uzak bir biçimde güvence altına alınmasını bildiriyor. Sansürcü müdahalelere devlet eliyle internet filtrelemesini de açık seçik bir biçimde ekleyerek, 22 Ağustos'ta yürürlüğe girmesi beklenen filtre uygulamasını da bir insan hakkı ihlali olarak tescil ediyor bu karar.


Türkiye üçüncü AKP iktidarına girdi. “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” diyen Başbakan, yaptıklarını sürdürüp, Türkiye’yi taraf olduğu sözleşmeleri ve kendi vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini açıkça ihlal eden bir ülke konumuna mı sokacak, yoksa demokratik bir hukuk devletine yakışmaya mı çalışacak, göreceğiz.


Artık yeni anayasayı tek başına yapacak çoğunluğa sahip olmadığına göre, iktidar, giderek yükselen demokratik anayasa iradesinin, devlet eliyle sansürlenmeyen internet erişiminin de anayasal bir hak olarak tanınması talebine kulak vermeli. Aksi takdirde, vatandaşların diğer demokratik haklarını kullanarak iktidarın bu ve benzeri talepleri duymasını sağlayacağından kimsenin kuşkusu olmasın.


BThaber, 20 - 26 Haziran 2011 / s:826

Oyunun Kuralı - eG8 Forumu ve devletlerin interneti kontrol etme hayali

Eski ekonomi ve bunların internetteki kurumsal uzantılarının çıkarlarını koruyan devletler ile internetin gerçek sahipleri arasındaki savaş giderek kızışıyor.


“İnternet dünyasının Davos’u” diye lanse edilemeye çalışılan ve G8 Zirvesi öncesinde yapılan eG8 Forumu, Fransa Devlet Başkanı Nicholas Sarkozy’nin yüzünde patladı! Sarkozy, sansür, gözetim ve denetimin kendi dilindeki karşılığı olan “Uygarlaştırılmış İnternet” diye adlandırdığı “şey”in promosyonunu yapmaya çalıştı. Olmadı. Devletleri interneti kolonileştirmeye çağıran bu ses büyük tepki topladı. İnternet dünyasının önemli isimlerinden bir çoğu Foruma katılmadı. Katılanlar da Sarkozy’ye cevabını vermeye geldiler.


İnterneti “uygarlaştırılması” gereken bir “Vahşi Batı” olarak gören bu söylem temelsiz bir mite dayanıyor. İnternet yasadışı, toplumun ahlak ve yasalarının uygulanmadığı bir alan değil. Bu yasaların bir çoğu internete zaten uygulanıyor; bazı yasalar uygulanamıyorsa, bu uygulanamaz oldukları için. Dolayısıyla internet kuralları değiştirmek ve geliştirmek için demokratik bir fırsat sağlıyor. Bu başka bir şey, tüm insanlığın malı olan internetin sadece devletlerin denetiminde olmasını istemek başka bir şey. Sarkozy bu düşüncesini, demokrasinin, dolayısıyla halkın tek temsilcisinin devletler olduğu iddiasına dayandırıyor. Gitsin bunu Tunuslulara ve Mısırlılara anlatsın!


Ünlü gazeteci Jeff Jarvis, Forumda Sarkozy’nin yüzüne, “zarar verme, sana düşen tek şey bu” dedi. Lawrence Lessig, “bu Forumda interneti gerçekten temsil edenler yok, internetin geleceği ise zaten burada değil. İnternetin neye benzeyeceğini tasarlamayı sizlere bırakacak değiliz. İnternet, mimarisi gereği dışardan gelenleri inovasyona teşvik eder ve yerleşikleri tehdit eder: Murdoch gibileri, sizin gibileri” dedi. Yochai Benkler, “20. Yüzyılın kafasıyla 21. Yüzyıl ekonomisine yön vermeye çalışıyorsunuz. Boşuna” dedi. İnternetin en önemli sivil toplum kuruluşları ise ortak bir bildiri yayınlayarak, Forumu “açık ve tarafsız internete yönelik bir tehdit” olarak ilan etti. Google, Facebook, Twitter gibi şirketlerin yöneticileri de bu itiraza katıldı.


Eski ekonomi ve bunların internetteki kurumsal uzantılarının çıkarlarını koruyan devletler ile internetin gerçek sahipleri arasındaki savaş giderek kızışıyor.

BThaber, 9 – 12 Haziran 2011 / s:824

Oyunun Kuralı - İnternet tarihinin en kitlesel protesto eylemi Türkiye’ye nasip oldu!



15 Mayıs 2011, sadece Türkiye için değil, dünya interneti için de tarihi bir gün oldu. Şimdiye kadar internetle ilgili olarak gerçekleştirilmiş en kitlesel sokak eylemi, internet sansürünü protesto etmek için İstanbul’da, İstiklal Caddesi’nde yapıldı. Yaklaşık kırk beş, elli bin kişi Taksim’de toplandı ve Tünel’e kadar yürüdü. Daha doğrusu yürüyemedi, çünkü kortejin başı Tünel’e vardığında sonu hala Taksim Meydanı’ndaydı!


“İnternetime Dokunma” eyleminin bir başka eşsiz özelliği de Türkiye’nin 19 ilinde eşzamanlı olarak gerçekleşmesiydi. İstanbul’un yanı sıra, İzmir, Bursa, Ankara, Antalya, Adana, Kocaeli, Mersin, Kayseri, Eskişehir, Afyonkarahisar, Samsun, Muğla, Denizli, Konya, Gaziantep, Ordu, Isparta, Elazığ’da insanlar aynı taleplerle, aynı pankartlarla yürüdüler.


Eylem tamamen internet, özellikle de sosyal medya üzerinden organize edildi. İnsanlar pankartlarını kendileri hazırladı. Sözlükler, Bobiler gibi Türkiye’nin internet evrenine yaptığı orijinal katkıların dinamik unsurlarının yanı sıra, 56 sivil toplum kuruluşunu bünyesinde toplayan İnternet Sansürüne Karşı Ortak Platform, Sansüresansür, Alternatif Bilişim Derneği, İNETD, Netdaş, mühendis odaları, emek örgütleri, Genç Siviller, çeşitli sol örgütler, kadın örgütleri, LBGT, kısacası internette sansüre karşı olan herkes sokaktaydı.


Niçin mi? Türkiye’nin internet sansürcüsü ülkeler liginde baş döndürücü yükselişine karşı yürüdüler. 5651 sayılı sansür yasası ile sansürlenen on binlerce site yetmezmiş gibi, BTK’nın son dönemde kalkıştığı, Kafka ve Orwell romanlarını aratacak, hukuk dışı ve akıl almaz filtre dayatmaları, yasak sözcük listeleri, siyasi video avı, sosyal medya düşmanlığına karşı yürüdüler. İnternette başlayan istibdat devrini sonlandırmak için yürüdüler.


Umarım hükümet, internet tarafından paçavraya çevrilen geleneksel medyanın sağırlığına uyup bu yüksek sesi duymazlık etmez. Çünkü bu sesin sahipleri hakkını, hukukunu ve özgürlüğünü korumaya kararlı... Kimsenin vatandaşa çocuk muamelesi yapmaya hakkı yok. Çünkü bu eylem, Türkiye’de “Devlet Baba – Ergen Vatandaş” ikileminin bittiğinin resmidir.


Bu eylem, internet kullanıcılarının gururu, onları eyleme zorlayan zihniyetin utancı olarak geçti tarihe.


BThaber, 23 - 29 Mayıs 2011 / s:822

Oyunun Kuralı - Abdülhamit internete girerse...

TİB son zamanlarda çok çalışıyor. Önce "güvenli internet" adı altında sansürlü internet filtre uygulamasıyla Türkiye’nin internet sansürü konusunda edindiği haklı ünü bir adım öteye taşıdı. Hemen arkasından gelen bu sözcük yasaklama eylemi ise, bizi sansürcüler liginde fantezi kategorisine sokmuş bulunuyor.


Kurulduğunda "İnternet Muzır Kurulu" ilan ettiğim Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, nihayet bu adı sonuna kadar hak ettiğini hepimize kanıtladı. 28 Nisan 2011 tarihinde internet hizmet sağlayıcılarına gönderdiği bir bildirim, "İnternette Abdülhamit Devri"ni başlattı! TİB, gündelik dilde sıkça kullandığımız, aralarında "yasak", "hikaye", "haydar", "adrianne" gibilerinin de bulunduğu 138 sözcüğün internet alan adlarında kullanımını yasakladı.


TİB son zamanlarda çok çalışıyor. Önce "güvenli internet" adı altında sansürlü internet filtre uygulamasıyla Türkiye’nin internet sansürü konusunda edindiği haklı ünü bir adım öteye taşıdı. Hemen arkasından gelen bu sözcük yasaklama eylemi ise, bizi sansürcüler liginde fantezi kategorisine sokmuş bulunuyor. Muhtemelen son zamanların internette en çok dalga geçilen ülkesi haline gelmiş durumdayız.


Tepkiyi gören TİB yetkilileri, hemen bir basın açıklaması yayınlayarak söz konusu olanın "yasaklama" değil "dikkat çekmek" olduğunu ileri sürdü. Ama bildirimlerini okuyan herkes, sık sık kullanılan "cezai müeyyide" uyarısının yasaklamak anlamına geldiğini bildiğinden, bu basın operasyonu kadük oldu.


Bir görüşe göre, TİB bu tip adımlarla hepimizin tepki düzeyini ölçüyor. Bir başka görüş de bu "devlet baba – ergen vatandaş" tavrının devletimizin genlerinde olduğunu, bu tavrın anakronizmi konusunda onları ikna edecek bir tepki göstermek gerektiği yolunda.


TİB’i yetkilendiren 5651 sayılı sansür kanunu, her ne kadar absürd olsa da TİB’e böyle bir yasaklama yetkisi vermiyor. Dolayısıyla bildirimleri hukuk dışı. Bunu onlara öğretecek bilgi edinme başvuruları ve suç duyuruları yapıldı bile. "Sansürlü İnternet" filtre projelerinde de hukukun acı ilacını tadınca, eski sıradan sansür günlerimize geri döneriz. Belli ki anladıkları tek dil bu. Yoksa bütün dünya bize gülüyormuş, sayelerinde Türkiye teknoloji iktisadında müthiş zarar ediyormuş, umursadıkları yok. Ha, bir de, sokağa çıkıp oradan (ve medyadan) seslendiğimizde duyuyorlar bizleri.


BThaber, 9 - 15 Mayıs 2011 / s:820

Oyunun Kuralı - “Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz”




Kitap hem Wikileaks, dolayısıyla bilginin dolaşımı ve özellikle de internetin anlamını deşiyor, hem de bu işaret üzerinden hemen her alanda yaşadığımız dönüşümü okuyor ve bu okumayı yakın geleceğimize dair olası senaryolara bağlıyor.


Nisan ayının ortalarında, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi ve Star Gazetesi köşe yazarı Cemil Ertem ile birlikte yazdığımız bir kitap, Etkileşim Yayınları tarafından yayınlandı: “Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz”.


Kitabın adı, 11 Eylül’den sonra imparatorluk hayalleri kuran neo-con’lara ve doğal müttefiklerine nazire yapıyor. 21. yüzyılın bir “Amerikan Yüzyılı” olacağını iddia edip, hepimize böyle demişlerdi. Bir krizden çok paradigma dönüşümü anlamına gelen 2008 krizi, siyaset, medya, diplomasi ve ekonomideki derin dönüşümü bilgi ve şeffaflık ilişkisiyle işaretleyen Wikileaks ve halkların tarih sahnesine tekrar çıkışını ilan eden Arap Baharı, neo-con zihniyeti söndürdü. Şimdi bambaşka bir “Dünya Düzeni”ne adım atıyoruz.


Kitap hem Wikileaks, dolayısıyla bilginin dolaşımı ve özellikle de internetin anlamını deşiyor, hem de bu işaret üzerinden hemen her alanda yaşadığımız dönüşümü okuyor ve bu okumayı yakın geleceğimize dair olası senaryolara bağlıyor. Kitabın ilk bölümü, Wikileaks’in organizasyonu, manifestosu ve eylemlerini; ikinci bölümü, Watergate skandalından Cablegate depremine “sızıntı gazeteciliğinin” gelişimini; üçüncü bölümü Wikileaks’e getirilen eleştiriler, tepkiler, saldırılar ve hakkında üretilen komplo teorilerini ele alıyor. Dördüncü bölümde ise, Wikileaks’in işaret ettiği Yeni Dünya Düzeni’ni, ekonomi, finans, ulus-devletler, uluslararası ilişkiler, medya ve önemi giderek artan Orta Doğu ve Türkiye üzerinden inceledik. Henüz oluşmakta olan bu “düzen”in hangi yöne doğru evrim geçireceği ile ilgili düşüncelerimizi ise, sonuç bölümünde üç olası senaryo çerçevesinde kısaca dile getirip, gerisini düşünmeyi okuyucuya bırakmayı tercih ettik.


Bilgi her zaman iktidardan kaçma ve sızma eğiliminde olmuştur. Merkezi yönetim mekanizmalarının çöktüğü, iletişimin tamamen gayrimerkezi, sınırsız, yatay yayılan ağlar, özellikle de internet üzerinde gerçekleştiği bir dönemde, sansür daha da atıl hale geldi. Mevcut iktidar yapıları da olup biteni ancak iktidardan düştüklerinde anlıyor. Çünkü bilginin paylaşımı zorunlu olarak iktidarın paylaşımı anlamına gelir.


Bu kitabı özellikle BTK, TİB yöneticilerinin ve seçimden sonra Ulaştırma Bakanlığı koltuğuna oturacak kişinin okumasını isterdim...

[Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz”, Etkileşim Yayınları, Nisan 2011]

BThaber, 25 Nisan - 1 Mayıs 2011 / s:818

Oyunun Kuralı - “Dijital sivil itaatsizlik”

“İmamın Ordusu” adlı kitabın internetten indirilmesi, benzerlerine pek çok yerde rastladığımız ve kendisi bir vatandaşlık hakkı olan bir “sivil itaatsizlik” eylemidir. Eylem internet üzerinden yapıldığına göre, buna “dijital sivil itaatsizlik” de diyebiliriz.


Biliyorsunuz, internet ve siyaset arasındaki ilişkiler, özellikle de internetin muhalif kullanımı, internet sansürü gibi konular ilgi alanımda. Dolayısıyla 31 Mart 2011 günü, benim açımdan önemliydi. Tıpkı WikiLeaks’in “Cablegate” belgelerini yayınlamaya başladığı 28 Kasım 2010 veya Tunus isyanının patladığı günler gibi.


Ahmet Şık’ın yazdığı ve henüz taslak halindeyken “örgüt dokümanı” olduğu gerekçesiyle el konulup bulundukları bilgisayarlardan silinen “İmamın Ordusu” adlı kitap, beklendiği gibi internete sızdı ve indirilme rekoru kırdı. Artık o “örgüt dokümanı” yüzbinlerce bilgisayarda bulunuyor. Kitap hakkında başvurulan bu alışılmadık yöntemin amaçladığı bu muydu, Ergenekon konusunda onca yazmış ve savcıları daha derine inmeye çağıran bir yazar nasıl bu örgüte üye oluyor, kitabın içeriği kimleri neden rahatsız etti gibi soruları bir kenara bırakıp, meseleye yüzeysel bakalım...


Bence basılmak amacıyla hazırlandığı belli olan bu taslak kitap, hukuki teamüllere aykırı bir şekilde sansürlenmek istenmiştir ve internet sayesinde bu çaba boşa çıkarılmıştır. Dolayısıyla kitabın internetten indirilmesi, benzerlerine pek çok yerde rastladığımız ve kendisi bir vatandaşlık hakkı olan bir “sivil itaatsizlik” eylemidir. Eylem internet üzerinden yapıldığına göre, buna “dijital sivil itaatsizlik” de diyebiliriz.


Ülkemizde devletin internete yaklaşımı başından beri baskıcı ve sansürcü oldu. 5651 saylı yasanın yetmediği yerde zoraki filtreleme çabaları, Büyük Birader tarzı kripto yönetmelikleri, haddini aşan telif düzenlemeleri ve 10.000’i aşkın engelli site bunun kanıtıdır. Şimdi bu tür olaylar yaşandıkça sansürcü devlet refleksinin, sosyal medya ve P2P ağları da içine alacak daha da baskıcı yöntemlere başvuracağını öngörebiliriz. Nitekim, çıkartılmak istenen “internet medyası” düzenlemesi bunun işaretlerinden biri.


Cemil Ertem’le yazdığımız ve geçenlerde piyasaya çıkan, “Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz” kitabından bir alıntıyla bitireyim: “Evet, şimdi ... iktidarını paylaşmaktan korkan ulus-devletlere, oligopollere, güçten düşen ordulara, geleneksel medya kuruluşlarına dönüp, “Yeni Dünya Düzenine hoş geldiniz” diyebiliriz; tıpkı onların hepimize on yıl önce dediği gibi. Onların düzeni oldukça kısa ömürlü oldu, bizimki daha yeni başlıyor...”

BThaber, 11 - 17 Nisan 2011 / s:816

Oyunun Kuralı - “Güvenli internet”, sansürlü internet midir?

İnternete yönelik olumsuz düzenleme serisinin bu yeni ürününde, sansür, erişim engelleme yoluna başvurulmadan, doğrudan hizmet sağlayıcılar üzerinden ve keyfi (yani hukuksuz) bir şekilde oluşturulan filtreler ile uygulanacak.


Bilgi Teknolojileri Kurumu, internet sansürü yolunda yeni bir adım attı ve bunu mümkün olduğunca gürültü çıkarmadan yaptı. 22.02.2011 tarihinde “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” adı altında alınan kurul kararı sessiz sedasız bir biçimde yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik ilk bakışta “çocuk ve aileyi korumak” amacına yönelik görünüyor. Ama belge incelendiğinde amaçlananın bundan çok daha fazlası olduğu görülüyor. Gerçi, devlet hepimize çocuk muamelesi yapmaya alıştığından, internet sansürünü yaygınlaştırmaya ve hukuksuz bir meşruiyet kazandırmaya yönelik bu çaba da, “Devlet Baba”nın biz “çocuklarını” gerçeklikten koruma misyonu içerisinde değerlendirilebilir.


İnternete yönelik olumsuz düzenleme serisinin bu yeni ürününde, sansür, erişim engelleme yoluna başvurulmadan, doğrudan hizmet sağlayıcılar üzerinden ve keyfi (yani hukuksuz) bir şekilde oluşturulan filtreler ile uygulanacak. Ne de olsa hükümetin ve BTK’nın ağzı, Youtube ve son Blogspot olayında çok yandı. Artık sansürü üfleyerek halletmek istiyorlar.


Bu belge hakkında sayfalarca yazılabilir. Özetleyelim: Öncelikle adı yanlış. Muzır kurulundan geçmiş filtreli internet ile “güvenli internet” kavramı arasında hiç bir ilişki yok. Burada sözkonusu olan “güvenli” değil “sınırlı” internet. Hizmet alanlar internet güvenliğine sahip olacaklarını zannetmesinler yani. Bu arada, nasıl olsa filtreli diye çocuğunu internette başı boş bırakan ebeveynler de hüsrana uğrayabilir. Çünkü bugüne kadar herhangi bir filtre sisteminin tam koruma sağladığı görülmedi. Karara göre, internet erişim sağlayıcılar, BTK’nın ahlak anlayışını yansıttığı filtrelerini aynen alıp (dilerlerse canlarının çektiğince genişletip) uygulayacaklar. “Türk aile profili”ne göre oluşturulan filtreleri kullanmak istemeyen kullanıcılar, bu “hizmeti” almamak için çaba göstermek ve kurum tarafından ahlaksız olarak fişlenmeyi göze almak zorunda kalacak. Bu filtrelerin sadece müstehcen içerikleri engelleyeceği konusunda hiç bir güvence yok. Dileyen hoşlanmadığı herhangi bir siyasi içeriği de buraya ekleyebilir. Filtreler “muhbir vatandaşları”ın fantezileriyle de dolup taşabilir.


Zamanında söylemiştim: “Türkiye Çapında Ağ”a (tww) gidiyoruz diye. Eh, dünyadan uzağa bir adım daha attık!


BThaber, 28 Mart - 3 Nisan 2011 / s:814

Oyunun Kuralı - Yazılım sektörü ve yaratıcı endüstriler

Gerek yazılım sektörünün yaratıcı endüstriler içindeki konumu gerekse ağ ekonomisinin yazılım yoğun olması, yazılımın yaratıcı endüstriler alanında ciddi bir ekonomik büyüklüğü temsil ettiğini gösteriyor.


“Yaratıcı endüstriler”, İngiltere Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı’nın (DCMS) sınıflandırmasına göre şu alanlardan oluşuyor: Reklamcılık, Mimarlık, Sanat ve Antika Pazarları, El Sanatları, Tasarım, Moda, Film ve Video, Oyun Sektörü, Müzik, Gösteri Sanatları, Yayıncılık, Yazılım ve Bilgisayar Hizmetleri, Televizyon ve Radyo... Son on yıldır bu “geleneksel” endüstrilere, bilgi ve iletişim teknolojilerine, özellikle de mobil iletişime bağlı hizmetler, mühendislik ve Ar-Ge yönetimi gibi daha “teknoloji yoğun” kültür endüstrileri de katıldı. Dünya çapında 900 Milyar dolarıa yaklaşan bir hacimden söz ediyoruz.


Yazılım sektörü, ilişkilendirildiği bu endüstriler arasında özel işleviyle farklılaşır: Yazılım, artık neredeyse tümüyle “ağ ekonomisi” haline gelmiş küresel ekonomi içinde vazgeçilmez bir role sahip, çünkü tüm sektörleri dikey olarak kat ediyor ve ekonomik faaliyetin bütününe “gömülü” hale geliyor; aynı zamanda yazılım sektörü, bir “dikey endüstri” olarak, yaratıcı endüstriler ile ekonominin diğer alanları ve alt sektörler arasındaki ilişkiyi güçlendiriyor, dolayısıyla hem yaratıcı endüstrilerin gelişimini kolaylaştıran, hem de bu endüstrilerle, finans başta olmak üzere temel sektörler arasındaki etkileşimi güçlendiren bir dinamiğe sahip. Yazılım, farklı sektörleri birbirine bağlıyor; onlar arasında geçişlilik sunan bir arayüz oluşturuyor. Bu dinamik, ekonominin geri kalanıyla ilişki kurması hayati bir gereklilik olan yaratıcı endüstriler için önemli bir imkân.


“Saf yazılım” olarak nitelendirilebilecek ürünler bile artık çevrimiçi çalışıyor, yani ağa bağlı olma koşuluna bağlanıyor. Öte yandan, mobil uygulamalar da dâhil olmak üzere bu çevrimiçi yazılımlar olmadan ağ üzerinde herhangi bir şeyin çalışması mümkün değil. Ekonominin her alanı gibi yaratıcı endüstriler de birer ağ ekonomisi haline geliyor. Gerek yazılım sektörünün yaratıcı endüstriler içindeki konumu gerekse ağ ekonomisinin yazılım yoğun olması, yazılımın yaratıcı endüstriler alanında ciddi bir ekonomik büyüklüğü temsil ettiğini gösteriyor.


Türkiye, gerek yaratıcı endüstriler gerekse yazılım alanlarında önemli potansiyellere sahip. Dünyada bu potansiyellerin ortak politikalar ve yaratıcı kümelenme stratejileriyle birlikte değerlendirildiğini görüyoruz. Peki burada, bu coğrafyada böyle bir sinerjinin izine rastlıyor muyuz?


BThaber, 14 - 20 Mart 2011 / s:812

Oyunun Kuralı - Yeni medya düzeni

Medyadaki ana eğilimin “kitle medyası”ndan “moleküler medya”ya, yani kitlenin medyasına olacağını öngörmek mümkün.


Önce ilk “naklen savaş”ı izledik (1. Körfez Savaşı), sonra da ilk “naklen terör saldırısı”nı (11 Eylül). İzlediğimiz aslında kurulmaya çalışılan “Yeni Medya Düzeni” idi. Ama bu düzen pek çabuk eskidi. O dönemin simgesi CNN’in küresel şaşaası yerini şimdiki yeni medya düzeninin bir başka işareti Al Jazeera’ya bıraktı: artık oradan “naklen devrim”i, “Arap Baharı”nı izliyoruz! Bu yayının aktörleri ABD ya da bir başka ulus-devlet, çokuluslu şirketler veya ordular değil, halk..


Aslında medya düzenindeki dönüşüm çok daha önce başladı. Ağ ekonomisinin baskın hale gelmesi ve “kitle iletişim araçları”ndan “kitlenin iletişim araçları”na doğru yaşanan değişim bu dönüşümün asıl tetikleyicisi. Medya endüstrisinin iş modelleri ve mevcut biçimleri, tıpkı müzik, sinema, yayıncılık, eğlence, reklam ve pazarlama gibi iletişim odaklı yaratıcı endüstrilerde olduğu gibi, tamamen kadük hale geldi; bu yapılar hali hazırda ciddi bir değişim sürecinden geçiyor; henüz ömürlerini tamamlamadılar ama çok zamanları kalmadı.


Medyadaki ana eğilimin “kitle medyası”ndan “moleküler medya”ya, yani kitlenin medyasına olacağını öngörmek mümkün. Ama bu demek değil ki, Yeni Medya Düzeni'nde kurumsal yapılar tamamen devre dışı kalacak. Tersine, giderek dijital ekosistemin parçası haline gelen medya bu ekosistem içerisindeki savaşlardan yoğun bir biçimde etkilenecek ve kurumsal yapıların, farklı kimliklerle, sahiplik ilişkileriyle, stratejik ortaklıklarla bu alandaki güçleri bir biçimde sürecek. Ama bildiğimiz medya oligopolleri bu kurumsal denklemin dışına savrulacaklar; medya ve eğlence endüstrisi ise, telekom, internet, mobil hizmetler, gibi alanlarla yakınsama içerisinde bugünkünden çok farklı bir yapıya evrilecek ve tek bir yakınsanmış endüstri ortaya çıkacak.


Ama, teknoloji sayesinde medya üretiminde giriş eşiğinin düşmesi, medya kanallarının parçalı bir yapıya evrilmesi, medya pazarının serbestleşmesi, internetin gayrimerkezileştirici etkisi, bu alana diğer endüstriyel aktörlerin yanı sıra toplulukların, sivil inisiyatiflerin, emek örgütlerinin, hükümet dışı kuruluşların, muhalif oluşumların, baskı gruplarının da girmesini mümkün kıldı. Artık ana akım medyanın dışında, onunla ilişkili veya tümüyle bağımsız bir çok farklı medya inisiyatifi mevcut.


Yeni Medya Düzeni, eskisine hiç benzemeyecek...


BThaber, 28 Şubat - 6 Mart 2011 / s:810

Oyunun Kuralı - Yeni bir darbe türü: İnterneti “kesmek”

Mısır, bir anda küresel ağda kara deliğe dönüştü. 2011, Arap Baharı’nın yanı sıra, internetin görece kısa tarihinde bir ilkin yaşandığı yıl olarak da anılacak.


Geçen yılı Wikileaks ile kapatıp yeni yılı “Arap Baharı” ile açtık... Medyadan diplomasiye, şirketlerden hükümetlere hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağının işareti Wikileaks ve Tunus’dan başlayarak, Mısır, Cezayir, Yemen, Ürdün, Suriye gibi otokratik Arap devletlerine yayılan devrim dalgası... Bu dönüşüm işaretlerinin her birinde internetin ve bilgi-iletişim teknolojilerinin güçlü bir mevcudiyeti var.


Tunus isyanının domino etkisi önce Mısır’ı vurdu. İnternet, Tunus’da olduğu gibi Mısır’da da, örgütlenme, eylem, iletişim ve küresel yayın aracı olarak yoğun bir biçimde kullanılıyor. Mısır Hükümeti, herkesi şaşırtarak, 27 Ocak - 2 Şubat 2010 tarihleri arasında, ülkenin internet erişimini kesti! Mısır, bir anda küresel ağda kara deliğe dönüştü. 2011, Arap Baharı’nın yanı sıra, internetin görece kısa tarihinde bir ilkin yaşandığı yıl olarak da anılacak.


Tüm internet, cep telefonu, sabit hatlar, her türlü veri ve ses iletişimi, yani denetlenemeyen uydu iletişimi dışındaki her şey kesildi! Bu, yeni türde bir “darbe” sayılmalı. Çünkü kesintinin iki nedeni var: ilki, milyonlara ulaşması beklenen protestocular arasındaki iletişimi kesmek; ikincisi ise Mısır’ı dünyadan kopararak isyanı sert bir şekilde bastırma serbestliği kazanmak. Nitekim sonradan, polisin yerini silahlı milislere bıraktığını, 300 protestocunun öldüğünü, binlercesinin yaralandığını, çok sayıda aktivistin tutuklandığını duyduk. Mısır hükümetine bu kesintide ve muhaliflerin izlenmesinde “yardımcı” olanın, Pentagon’la da çalışan “Narus” adlı bir ABD-İsrail şirketi olduğunu, özellikle “derin paket sorgulaması” (DPI), “gerçek zamanlı trafik istihbaratı” gibi teknolojileri Mısır’a sattığını da öğrendik.


İnternet ve ulusal ekonomiler arasındaki bağımlılık ilişkisi malum. Nitekim OECD zararın 90 milyon dolara ulaştığını tahmin etti. Demek ki karşımızda bu darbeye kalkışabilecek kadar umutsuz bir iktidar var. Ama bu çılgınlık da işe yaramadı. Mısırlılar, internet faks köprüleri, amatör radyo, uydu telefonlarıyla kurulup paylaşılan gayri merkezi ağlar gibi “eski” tekniklerle bu kesintiyi bile aştı. Hükümet sosyo-ekonomik baskıya dayanamadı. İnternet “normal”, yani ağır sansürlü haline geri döndü.


İletişim ve siyasetin yeni tartışma konularından biri de böylece gündemdeki yerini almış oldu.


BThaber, 14 - 20 Şubat 2011 / s:808