[Bu bildiriyi, 3 - 7 Ocak 2006 tarihinde yapılan Ankara Barosu Hukuk Kurultayı'nda sunmuştum ve Kurultay kitabında yayınlanmıştı (ANKARA BAROSU HUKUK KURULTAYI 2006, Cilt 4: Bilişim ve Hukuk - Yargılama Hukuku, sf. 25-38, Ankara Barosu Yayınları, 2006, 2. Baskı). Bildiriyi bloguma almamın nedeni, son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen dinleme, izleme, fişleme, gözetim haberleri ile ilgili çok temel bir yaklaşımı sunuyor olması. Özellikle hukuk ve siyaset alanındaki yeni gelişmelerle bu konuda yazmayı sürdüreceğim.]
Bilgi Ekonomisi, Bilgi Toplumu ve Hukuk
20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirginleşen küresel ekonomik sistem toplumlar arasındaki ilişkileri ve toplumsal yaşam biçimini dönüştürmektedir. Toplumsal değişimin klasik araçları arasında yer alan ekonomi, medya, uluslararası ilişkiler ve siyaset günümüzde çok önemli bir kavramın etrafında şekillenmekte ve etkinliğini bu kavrama göre belirlemektedir. Bu kavram “bilgi”dir. Bilgi sermayenin, bilgi dolaşımı ise ekonomik faaliyetin temeline yerleşmekte, bir ağ yapılanmasıyla dünyayı kuşatan bu dolaşım, salt ekonomiyle sınırlı kalmamakta, toplumsal ilişkilerin kurduğu ağlara egemen olan etkileşim boyutunun sunduğu katma değerle birlikte gelişmektedir.
Küresel ekonominin yeni kurallarını, ekonomik değerlerin bilgi ve iletişim teknolojilerinde (BİT) yaşanan devrim niteliğindeki gelişim ile artan dolaşım yeteneği belirlemektedir. Bilginin kesintisiz, hızlı ve uluslararası ölçekte entegre ağlar üzerinde dolaşımı ve paylaşımının ekonomik değer yaratması üzerine kurulu olan bir dünyada yaşıyoruz. Bir ülke bu küresel ağ içinde ne kadar değer, yani bilgi yaratır ve bu bilgiyi ağın geri kalanıyla ne kadar eşzamanlı ve uyumlu bir biçimde paylaşırsa, o kadar rekabet avantajına sahip olmaktadır.
Dış ticaret ağları, finans ağları, küresel ekonomik, sosyal ve siyasi karar verme ağları, birbirleriyle senkronize bir bütün oluşturarak, dünyanın ve ulusların kaderini belirleyen tek bir bilgi ağını yaratmaktadır. Bir ülke, tüm ekonomik ve insani potansiyelleriyle, bu ağın içinde ne kadar değer, yani bilgi yaratır ve bu bilgiyi ağın geri kalanıyla ne kadar eşzamanlı ve uyumlaştırılmış bir biçimde paylaşırsa, o kadar rekabet avantajına sahip olur. İş yapmanın küresel kurallarını artık bilginin dolaşım ve paylaşım kabiliyeti belirlemektedir.
Bilgi, artık üretimin en önemli girdisi haline gelmiştir. Bilginin üretimi, işlenmesi, kullanımı, dolaşımı ve paylaşımının insani ve ekonomik kalkınmanın, dolayısıyla da küresel rekabet avantajının temel dinamiği haline gelmesi görece yeni bir olgudur. Bu olgu, “bilgi ekonomisi” kavramıyla konumlanmaktadır. Bilgi ekonomisi, hem mevcut sosyo-ekonomik eğilimlerin bir ürünü, hem de bir ulusal politika seçimi, politik bir hedef ya da vizyon olarak nitelendirilebilir. “Bilgi-temelli ekonomi” ya da yaygın kullanımıyla “Bilgi Ekonomisi”, bilginin ekonomik ve insani kalkınma için etkili bir biçimde kullanıldığı bir ekonomi olarak tanımlanabilir. Nitelikli bilginin yarattığı katma değer üzerinde temellenen bilgi ekonomisinin gelişimi, ulusal ölçekte ekonomik büyümenin sürdürülebilir kılınması ile doğrudan bağlantılıdır.
Bilgi ekonomisinin dört temel direği bulunmaktadır:
1. Yerel ve küresel bilginin ekonominin tüm sektörlerinde yaygın ve etkili kullanımını özendiren, girişimciliği teşvik eden, bilgi devriminin yarattığı ekonomik ve sosyal dönüşümlere izin veren ve onları destekleyen uygun bir ekonomik dürtünün ve kurumsal rejimin yaratılması ve bilgi toplumunun hukuksal altyapısının oluşturulması;
2. Kaliteli eğitim ve yaşam boyu öğrenimin herkesin erişimine açık olduğu, yetenekli, esnek ve yaratıcı insanlardan oluşan bir toplumun yaratılması;
3. Toplumun tüm kesimlerinin erişimine açık, etkili ve rekabetçi bilgi ve iletişim hizmet ve araçlarının oluşturulmasını sağlayan, dinamik bir bilişim altyapısının, tam rekabete açık ve yenilikçi bir bilişim sektörünün kurulması;
4. Hızla büyüyen küresel bilgi stokuna katkıda bulunan, bu stoku yerel ihtiyaçlara uyarlayan, yeni ürünler, hizmetler ve yeni iş yapış tarzlarının yaratılmasında kullanan şirketleri, bilim ve araştırma merkezlerini, üniversiteleri, düşünsel üretim odaklarını ve toplumun tüm örgütlü kesimlerini kapsayacak bir biçimde inovasyon ve girişimciliğin desteklendiği etkili bir ulusal inovasyon sisteminin ve iş ortamının yaratılması…
Türkiye bu dört temel alanda ulusal politika ve stratejilerini oluşturmak ve köklü bir dönüşüm hamlesi içinde sürdürülebilir kalkınma ajandasını bu temeller üzerinde inşa etmek zorundadır. Küresel ticaret ağlarının entegre dünyasında rekabet ediyoruz. Ancak bu ağlarda özgürce dolaşan ve paylaşılan bilgi, ekonomik açıdan katma değer yaratabilir. Ürettiğimiz bilginin küresel ağlardaki dolaşım yeteneği, tüm sektörlerin etki ve kapsamını belirler.
Bilgiyi yaşamın odağına koymuş, ekonomik üretim ve bölüşüm sistemlerini bilgi odaklı yönlendiren toplumlar, yani “Bilgi Toplumları” yeni yüzyılım yönlendirici gücü olacaktır. Bu toplumların ekonomik, siyasal ve uluslararası alanlarda kazandıkları rekabet üstünlükleri ve belirleyici konumları, bu toplumların inisiyatifiyle şekillenecek bir küresel ağ yaratmakta ve bu ağa entegre olmayan toplumlar ne yazık ki bilgi çağının kazanımlarından yeterli derecede pay alamamaktadır.
Ülkemizin oluşan bu küresel ağa toplum olarak entegre olması bir zorunluluktur. Bu ağın dışında kalmanın toplumuza kaybettirecekleri ise bilgi toplumuna geçmek için atılacak adımların görece kısa vadede getireceği maliyetlerle karşılaştırılamayacak düzeydedir. Bu yüzden bilgi toplumunun temel yapı taşlarının oluşturulması ve bilgi ekonomisine işlerlik kazandırılması için bir an önce hızlı adımlar atmak ulusal bir sorumluluktur. Türkiye’de bilgi ekonomisi ve bilgi toplumuna geçiş, hayati bir öncelik taşımaktadır. Bu yüzden de, bilmek, daha çok bilmek ve bu bilgiyi paylaşmak zorundayız. Çünkü ancak özgürce dolaşan ve adil bir biçimde paylaşılan bilgi değer yaratır.
Türkiye’de bilgi ekonomisine geçişin sağlanması ve bilgi toplumuna ulaşılması hedefleri, bilgi ve iletişim teknolojilerini herkesin erişimine açacak bir teknik altyapının yanı sıra, bu hedefleri mümkün kılacak bir hukuksal altyapının ve uygun bir iş yapma ortamının kurulmasına da bağlıdır. Bu altyapının adil ve eşitlikçi olması, insani ve ekonomik kalkınmaya uygun bir ortam yaratması, ülkenin küresel rekabet avantajını desteklemesi ise, hukuk devleti ilke ve normlarına uygun olarak geliştirilmesine bağlıdır.
Bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun hukuksal altyapısının oluşturulması amacıyla, e-imza, kişisel verilerin korunması, siber suçlar, bilgi edinme hakkı gibi bir takım yasal düzenlemeler bir süredir siyasi iktidarların gündemindedir. Elektronik imza kanunu ve bilgi edinme kanunu çıkarılmıştır. Ama genellikle Avrupa Birliği’ne uyum zoruyla gündeme gelen bu düzenlemelerin hâlâ merkeziyetçi yönetim paradigmalarıyla ele alınması çözümden çok sorun yaratmaktadır. Asıl sorun kanunlaştırma sürecinin kendisinde yatmaktadır. Bu süreç, şeffaf olmayan, düzenlemelerin etkileyeceği tarafların katılımına ve denetimine kapalı, toplumsal fayda amacı yerine merkezi iktidarın kendini koruma güdüsüyle yönetilen, uluslararası tutarlılık gözetemeyen, kısa vadeli çıkarlarla etkilenmeye açık bir yapıdadır. Hele konu bilgi ve iletişim teknolojileri, inovasyon gibi hukukun uyum göstermekte güçlük çektiği alanlar olunca irrasyonel sonuçlarla karşılaşılabilmektedir. Avrupa Birliği’ne uyum, yalnızca müktesebat alanında değil, kanunlaştırma sürecinin demokratik ve katılımcı bir temelde iyileştirilmesine yönelik Birlik politikası konusunda da gözetilmelidir.
Söz konusu hukuksal altyapı, baskıcı ve olumsuz düzenlemelerden özenle kaçınılarak, bilgi toplumu ve bilgi ekonomisini teşvik edici olumlu düzenlemelere öncelik verilerek, ilgili tüm tarafların etkin katılımıyla gerçekleştirilmelidir. Bu düzenlemelerin hızla gelişen teknolojiler tarafından kısa sürede işlevsizleştirilmemesi için mümkün olduğunca esnek ve minimalist bir yapıda olması gerekir.
Ayrıca her düzenlemeden önce, söz konusu düzenlemenin kısa, orta ve uzun vadede sosyo-ekonomik açıdan hangi sonuçları vereceğini ortaya koyan kapsamlı “hukuksal risk analizleri”nin de yapılması, toplumsal fayda açısından büyük önem taşımaktadır. Hukuksal Risk Analizi çalışmaları, Türkiye’de uluslararası standartlarda bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun gelişmesine uygun bir hukuksal altyapının geliştirilebilmesi için, söz konusu düzenlemelerin hangi kapsam, çerçeve ve ilkeler uyarınca geliştirilmesi gerektiğini, bu değişikliklerin kısa, orta ve uzun vadede sosyo-ekonomik açıdan hangi sonuçları vereceğini, ayrıntılı ölçüm ve simülasyon teknikleriyle ortaya koyacaktır.
Bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun hukuksal altyapısı öncelikle bilginin toplum içersinde üretimi ve yayılımı sürecini hızlandıracak, bilginin vatandaşlar arasında özgürce paylaşımını sağlayacak düzenlemelerden oluşmak zorundadır. Hukuksal düzenlemelerin ruhu, nitelikli bilginin üretimi, üretilen nitelikli bilginin üretim sürecinde yer alan sujelerin hakları korunarak enformasyona dönüştürülmesi ve toplumun tüm kesimlerine ve küresel ağa yayılması, enformasyon niteliğindeki bilginin ekonomik ve toplumsal ilişkilerde bilgi ekonomisi ve bilgi toplumu paradigmalarına uygun olarak kullanılması ve tüm bu süreçlerde bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkin biçimde yer alması olarak özetleyebileceğimiz bilgi toplumu mekanizmaları temel alınarak ortaya konulmalıdır ve bu ruha uygun olarak yapılacak düzenlemeler de birbiriyle entegre ve uyumlu bir bütün olarak kurgulanmalıdır. Bilgi toplumunun önceliği bilgi toplumunun kazanımlarından vatandaşların hiçbir ayrım gözetmeksizin faydalanmasının sağlanmasıdır.
Ancak katılımcı, şeffaf, toplumsal ihtiyaç ve talep odaklı, bilimsel verilere dayalı bir düzenleme süreci ve sürecin devamında gelen ölçme ve değerlendirme çalışmaları, bilgi ekonomisinin ihtiyaç duyduğu hukuksal düzenleme ortamını yaratacaktır.
Bilgi ekonomisinin niteliğine uygun düzenleme alanlarını bilgi ekonomisine uygun bir iş ortamı yaratmak özelinde değerlendirmek gerekirse, bu alanları iş yapma ortamının iyileştirilmesi, kişisel verilerin korunması, bilgi güvenliğinin sağlanması, fikri mülkiyet haklarının korunması ve gerekli teşvik mekanizmalarının kurulması olarak sayabiliriz. Bu hukuksal altyapıda, bir yanda üretim güçlerinin bilgi dolaşımı konusunda ihtiyaç duydukları çağdaş bilgi güvenliği konusu yer alırken, öte yanda tüketicilerin mahremiyet hakkına dayanan kişisel verilerin korunması bulunmaktadır. Mahremiyet ve güvenlik kavramları hukuk devleti ilke ve kuralları çerçevesinde birbiriyle dengeli bir biçimde ilişkilendirilmezse, adil ve demokratik bir iş yapma ortamı da kurulamaz.
“Bilgi”, “Özgürlük”, “Güvenlik” ve “Mahremiyet” İlişkisi
Bilgi güvenliği; bilginin gizliliği, bütünlüğü ve ulaşılabilirliği ihlal edilmeden serbestçe dolaşımının sağlanabilmesidir. Bu bağlamda, “bilgi güvenliği” ve “bilgi özgürlüğü” kavramları iç içe geçmiştir. Bir hukuk devletinde, bilgi güvenliği, özellikle de hassas olarak nitelendirilen kamu bilgilerinin güvenliğinin sağlanması, kamu bilgilerine erişim özgürlüğü ile ilgili olarak yapılacak hukuki düzenlemelerle dengelenmezse, temel hak ve özgürlükler ciddi bir tehdit altında kalacaktır.
“Bilginin sınır tanımadan paylaşılması” ilkesine dayanan ve bilgi ekonomisi paradigmasının da temelini oluşturan bilgi ve iletişim özgürlüğü kavramı, özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimiyle, “özel hayatın gizliliği” anlamında “mahremiyet” kavramıyla belli bir çatışma yaratmıştır.
Bireylerin kişisel mahremiyetlerini koruma, devletten ve üçüncü kişilerden ise bu mahremiyetlerine saygı gösterilmesini talep etme hakkı vardır. Bu husus Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin Özel hayatın ve aile hayatının korunması başlıklı 8. Maddesinde şöyle ifade edilmiştir:
1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir
Özel hayat, bireylerin tüm dış etkilerden ve baskılardan uzak, kendi başına özgürce faaliyetlerini sürdürdüğü ve dokunulmazlığı bulunan yaşamsal bir alandır. Toplumsal bir varlık olan insanın, bir çok faaliyette toplumla birlikte onun bir parçası olarak hareket etmesine rağmen, her bireye kendi kişiliğini tüm saflığı ile yansıtabileceği özel bir alanı anayasal özgürlük olarak tanımak temel insan haklarının gereğidir. Devlet, bireyin bu alan içersindeki yaşantısına müdahale etmemeli ve bu alana karşı dışarıdan gelen saldırılara karşı da bireyi korumalıdır.
İletişim, anayasal bir özgürlük olarak tanınan ve anayasa üstü evrensel hukuk normları ile de korunan düşünce ve ifade özgürlüğünün bir uzantısı olmakla birlikte, özel hayatın sınırları içersinde de yer almaktadır. İletişimin korunmasındaki bu çift yönlü gereklilik, iletişim özgürlüğünün de anayasal ve evrensel platformda tanınmasını sağlamıştır. İletişime yapılacak haksız müdahaleler sadece iletişim özgürlüğünü ihlal etmekle kalmayacak, hakkın doğasındaki ikili yapı nedeniyle düşünce ve ifade özgürlüğü ile özel hayatın korunması ilkelerinin de aynı zamanda ihlal edilmesine yol açacaktır.
Bilgi güvenliği kavramıyla ilgili olarak, 11 Eylül olayları sonrası gelişen konjonktür içersinde ülkelerin terörist faaliyetleri önlemek ve ulusal güvenliği sağlamak amacıyla geliştirdikleri politikalar, bir “olağanüstü hal” durumunu giderek “olağanlaştırarak” yasal düzenlemelerle meşrulaştırmaktadır. Terörist faaliyetlerin önüne geçebilmek için son zamanlarda çıkarılan anti-terör yasalarında yer alan gizli izleme, iletişimin kesilmesi ve denetlemesi hükümleri tüm toplum üzerinde etkili olacak şekilde mevcut hakları kısıtlamaya uğratmaktadır. Özellikle kişisel ya da kurumsal mahremiyet, kişisel verilerin korunması, sansür, baskı, izleme, "terör" tanımı vb. birçok konuda, ABD Anti Terör Yasası veya onun yolundan giden benzeri düzenlemeler önemli bir kaygı kaynağı olarak karşımızda durmaktadır. Sorulması gereken asıl soru, uluslararası hukukun, demokrasinin ve insan haklarının temel ilkelerini, belirli bir tarzda yorumlanmış "olağanüstü koşulların" kuşkulu meşruiyetine kurban verip veremeyeceğimiz sorusudur.
Bu bağlamda, bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun gelişimi için zorunlu koşul ve aynı zamanda temel bir insan hakkı olan bilgi ve iletişim özgürlüğü, bireysel mahremiyetin güvencesi olarak kişisel verilerin korunması ve gerek kişi gerekse kamu güvenliği için zorunlu olan bilgi güvenliği kavramlarının hukuk devleti ilke ve kuralları uyarınca dengeli bir biçimde düzenlenmesi şarttır. Bu üç kavramın herhangi birini abartan veya azımsayan bir düzenleme anlayışı temel hak ve özgürlüklerin tümünü tehlikeye sokacaktır.
Kişisel Verilerin Korunması ve Bilgi Güvenliği
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişimi kişisel verilerin işlenmesini ve iletilmesini kolaylaştırırken, bu durum aynı zamanda hakkında veri toplanan kişinin kişilik haklarının korunmasının da hukuksal güvence altına alınmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, kişilerle ilgili bilgilerin bilişim sistemlerinde işlenmesiyle ilgili esas ve usuller düzenlenmeli, bu düzenlemeler uluslararası veri değişimine uygun olmalı, bu esaslara uymayanlar hakkında yaptırımlar getirilmeli, kamu kurumları lehine denetim ve verilerin işlenmesi konularında ayrımcılık yaratacak nitelikte istisnalar tanınmamalıdır.
Bunlar yapılırken AB direktiflerine uygun bir çerçeve gözetilerek kişilik haklarının korunması ve yasal güvencelerin sağlanması esas alınmalıdır. Kişisel Verilerin Korunması hususunda yapılacak düzenlemelerde Avrupa Konseyi, OECD, Avrupa Birliği gibi uluslararası ve uluslarüstü platformlarda geliştirilen politikalarla da uyum gözetilmek zorundadır.
Kişisel verilerin, maddi ceza hukuku ve usul hukuku alanlarında temel hak ve özgürlükleri gözetecek bir biçimde korunmasının sağlanması gerekir. Ayrıca Kişisel Verilerin Korunması ile ilgili özdenetim mekanizmaları, alternatif korunma yöntemleri ve kişisel verilerin korunması ile ilgili uygulamaya yönelik çözümlemeler de geliştirilmelidir. Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı, bu ilkeler doğrultusunda yeniden ele alınarak acilen yasalaştırılmalıdır.
Bilgi Ekonomisi içersinde iş yapma ortamı, sadece bilgi ekonomisinde katma değer yaratan girişimcilerden ibaret değildir. Bilgi ekonomisi ürün ve hizmetlerinin yöneldiği tüketicilere de gerekli hukuksal güvenceler tanınmalıdır. “Kişisel verilerin korunması” mekanizmalarının etkin kılınması bu güvencelerin başında gelmektedir. Kişisel verilerin gerek özel sektör gerekse de kamu kesimi tarafından işlenmesinde belirli standartların, ilke ve kuralların getirilmesi hem sayısal ortamda mahremiyeti sağlayacak etkin bir hukuksal korunmanın kapısını aralayacak, hem de tüketicilerin elektronik ortamda güvenle işlem yapmalarının elektronik imzanın yanı sıra bir diğer güvencesi olacaktır.
Bu bağlamda, AB direktiflerine uygun bir çerçeve gözetilerek kişilik haklarının korunması ve yasal güvencelerin sağlanması esas alınmalıdır. “Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı”, yukarıda konumlanan Avrupa Birliği standartlarına uygun bir kanunlaştırma yaklaşımı çerçevesinde tartışmaya açılarak ve bilgi ekonomisinin temel yapı taşının bilgi olduğu da göz önünde bulundurularak bir an önce kanunlaştırılmalıdır.
Bununla birlikte özellikle devletin elinde bulunan, ancak mevcut tasarı ile yeterince korunmayan kişisel veriler konusunda da tasarıda gerekli değişikliklere gidilmelidir. SPAM, veri madenciliği (data mining) gibi kişisel mahremiyeti ihlal eden ve kişisel haklara tecavüz teşkil eden fillerin özellikle sektörel öz-düzenleme mekanizmaları ile desteklenerek “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu” çerçevesinde ele alınması gerekmektedir.
Adalet Bakanlığı’nın Başbakanlık’a sevk ettiği “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı”na göre, “kişisel veriler hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olarak işlenecek, belirli, açık ve meşru amaçlar için toplanacak; kişilerin ırk, siyasi düşünce, din ve mezhep bilgileri, dernek üyelikleri, sağlık bilgileri ile mahkûmiyetlerine ilişkin veriler kayıt altına alınamayacak; bir şahısla ilgili bu tür bilgiler toplanırken, o kişinin rızası istenecek”tir. Ayrıca şikâyetlerin incelenmesi ve denetimin sağlanması için bağımsız bir “Kişisel Verileri Koruma Yüksek Kurulu” oluşturulması öngörülmüştür. Ancak tasarıda, genellikle “fişleme” olarak tabir edilen kamu otoritesi tarafından kişisel verilerin kayıt altına alınmasıyla ilgili olarak bazı istisnalar da yer almaktadır. Düzenlemenin en çok tepki çeken ‘istisnalar’ kısmına göre, ilgili kurumların güvenlik, kamu düzeni, suçun önlenmesi ve devletin ekonomik çıkarları söz konusu olduğunda kuralların dışına çıkabileceği belirtilmektedir. AB mevzuatına uyum kapsamında hazırlanan bu tasarıda yer alan istisnaların kapsamı çok geniş ve belirsiz tutulmuş durumda olduğu için, kanunun kişisel mahremiyet hakkına yönelik suiistimalleri önlemekte yetersiz kalacağı söylenebilir. Tasarı bu bağlamda ilgili tarafların tartışmasına açılarak yeniden ele alınmalıdır.
Bilgi ekonomisi ve bilgi toplumuna geçiş için gerekli hukuksal altyapının en önemli alanlarından bir başkasını ise, “bilgi özgürlüğü” kavramıyla çelişmeyecek bir biçimde geliştirilmesi gereken “bilgi güvenliği” ile ilişkili hukuksal düzenlemeler oluşturmaktadır. Bu düzenlemeler, gerek ceza kanunlarıyla gerekse sıklıkla gündeme gelen “ulusal bilgi güvenliği” ile ilgili kanunlaştırma çalışmalarıyla ilgilidir.
Bilgi Ekonomisi firmalarının özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerini etkin ve yoğun olarak iş süreçlerinde kullanmaları, bilgi ekonomisi ürün ve hizmetlerinin dağıtımında ağın çok önemli bir işlev yüklenmesi ağ güvenliği ve bilgi güvenliği konularını gündeme getirmektedir. Kâğıt temelli, makine gücü yoğun, sanayi devrimi mekanizmaları ve süreçlerini temel alarak kurgulanan iş dünyasına yönelik hukuksal düzenleme enstrümanları, bilgi ekonomisin yeni iş süreçleri, gayri maddi ürün ve hizmetleri kapsama almakta zorlanmaktadır.
Bu durum kimi zaman hukuksal yorum sorunu olmasına rağmen kimi zaman da özel düzenleme yapma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu ihtiyaçlardan en önemlisi sayısal ortamda gerçekleştirilen işlemleri hukuk sistemi içersinde koruma altına alacak elektronik imza yasalarıdır. Elektronik imza yasaları içersinde öngörülen mekanizmalar yoluyla sayısal ortamda gerçekleştirilen işlemlere hukuki korunma sağlanırken aynı zamanda teknik açıdan bu işlemlerin kökeninin tespiti, gizliliği, bütünlüğü ve inkar edilmezliği sağlanmaktadır. Hassas bilgilerin tanımlanmasında uluslararası standartlar ve güncel gereksinim ve değişiklikler göz önünde tutulmalıdır. Sayısal güvenlik ve elektronik imza konusunda altyapıyı oluşturmak ve uygulamaları geçerli kılmak için gereken çalışmalar, uluslararası uyum gözetilerek tamamlanmalıdır. Yeni ceza kanununda bilgi güvenliği ile ilişkili düzenlemeler, ancak böyle bir altyapıyla anlam kazanacaktır.
Bilgi güvenliğinin, özellikle de “hassas” olarak nitelendirilen kamu bilgilerinin güvenliğinin sağlanması konusu, kamu bilgilerine erişim özgürlüğü anlamında bilgi özgürlüğü ile ilgili hukuki düzenlemelerle dengelenmek zorundadır. Çünkü bu konuda dengesizlik, sınırları yasal olarak çizilmemiş bir “devlet sırrı” kavramının vatandaşların kamuya ait bilgilere erişim özgürlüğünü sürekli olarak erozyona uğrattığı hukuk dışı bir ortam yaratmasıyla sonuçlanacaktır. Bilgi güvenliği ve bilgi özgürlüğü kavramlarının hukuk devleti ilke ve normlarına uygun bir çerçeve içinde yer alabilmesi için, bu konuda referans oluşturabilecek bir takım hukuki düzenlemelere ihtiyaç vardır. Bunlar, “bilgi edinme hakkı” ve “ulusal bilgi güvenliği” ile ilgili düzenlemelerdir. Temel hak ve özgürlükleri tehlikeye düşürebilecek keyfi yorumların önüne geçilebilmesi için, öncelikle bu iki konunun birbirlerini dengeleyen bir biçimde ve bir “olumlu düzenleme” bağlamında ele alınması gerekmektedir.
Bu bağlamda “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu” ile getirilen istisnaların kapsamı daraltılmalı, vatandaşların kendisiyle ilgili bilgilerin yanı sıra, her türlü bilgiye erişiminin yolunu demokratik katılımı sağlayacak bir biçimde açacak düzeltmeler yapılmalı; bilgiye erişim hakkını koruyacak mekanizmalar işletilmeli ve yenileri kurgulanmalıdır. Bu yaklaşımı dengeleyecek bir biçimde, “Ulusal Bilgi Güvenliği Kanunu” da hukuk devleti ilke ve normları uyarınca, bilgi ekonomisi ve bilgi toplumuna geçişin yolunu açacak bir olumlu düzenleme yaklaşımıyla kanunlaştırılmalıdır.
Devletin yurttaşlarıyla kulluk temelinde bir ilişkiyi dayatmasının ve kendini yüceltmesinin bir göstergesi olan gizlilik tavrı, genellikle “ulusal güvenlik” gibi “hassas” gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışılmakta ve aslında “yurttaşlara duyulan güvensizliğin” en temel ifadelerinden biri olmaktadır. Bilgi özgürlüğü ile ilgili hukuksal çerçeve, ulusal bilgi güvenliği konusunda açık bir hukuksal yaklaşımla dengelenmelidir. Ancak, bu noktada ulusal egemenliğin koruma altına alınması amacı temel gerekçeyi oluşturmalı ve ulusal bilgi güvenliği ile ilgili düzenlemeler, aslında ulusal güvenlikle ilgili hassas bilgilerin uluslararası standartlarda ve çağdaş dünyanın gereklerine uygun olarak sınıflandırıldığı bir yasal çerçeve sunmalı, yurttaşlardan bilgi kaçırmanın, devleti kapalı bir devreye dönüştürmenin ya da onları fişleyerek, denetleyerek, izleyerek temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmanın aracı kılınmamalıdır.
Sonuç
Bilgi ekonomisi ve bilgi toplumu paradigmalarının temel ilkesi bilginin sınır tanımadan paylaşılmasıdır. Bilgi ve iletişim teknolojileri alanındaki yasal düzenlemelerin temel amacı bilginin paylaşılması önündeki engelleri kaldırmak, bireyleri bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanmaya teşvik etmek olmalıdır. Bireysel mahremiyet hakkı, bilgi özgürlüğü ve bilgi güvenliği, bu ilke ile tutarlı ve birbirleriyle dengeli bir biçimde hukuksal güvence altına alındığında, bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun gelişimine uygun bir hukuksal altyapının da temelleri atılmış olacaktır.
Bu altyapının oluşturulması, ülke refahı açısından da hayati bir öncelik taşımaktadır. Çünkü küresel bilgi ekonomisinde Türkiye’nin rekabet avantajlarının artırılması, bilgi ekonomisine uygun bir iş yapma ortamının, bunu mümkün kılacak etkili ve verimli bir kurumsal rejim ve hukuksal altyapının oluşturulmasına bağlıdır. Bu hedef, özel ve kamusal girişimlerin doğru bir temelde etkileşimiyle, hükümet, iş dünyası, akademi, sivil toplum kuruluşları ve toplumun en geniş kesimlerinin katılımını mümkün kılan bir yönetişim modeliyle mümkün olacaktır. Bilgi ekonomisi ancak ilgili tüm tarafları içine alan etkin ortaklıklarla gelişebilir.
Bilgi ekonomisi ve bilgi toplumuna geçişin hukuksal altyapısının, tüm yasal ve ikincil düzenlemelerin saydam ve katılımcı bir süreç içersinde oluşturulmasıyla, kısıtlayıcı düzenlemeler yerine hak ve sorumlukları açıklıkla belirleyen ve toplumsal faydayı gözeten, uygulanabilir ve sonuçları ölçülebilir bir yapıya sahip olması gerekir. Kurulacak hukuksal düzenleme ortamı ve kurumsal çerçeve, bilgi ekonomisine uygun, bilginin paylaşımının kolaylaştırıldığı, bilgi paylaşımının ucuz ve olanaklı olduğu ve bireysel veya kurumsal rekabetin yasal çerçeveler içerisinde üst düzeye çıkarıldığı bir yapıya izin vermelidir.
Bilgi toplumu ve bilgi ekonomisinin hukuksal altyapısını oluşturacak düzenlemeler, mevcut hukuk sistemi ile bütünleşmiş, uygulanabilir, bilgi toplumu ve bilgi ekonomisinin kurumlarını ve felsefesini koruyarak ileriye doğru götürecek nitelikte olmalıdır. Düzenlemeler özellikle ülkemizin mevcut durumuna özel çözümlemeleri, bilgi ekonomisine geçiş ve bilgi toplumunun oluşturulması hedeflerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak mekanizmaları bünyesinde barındırmalıdır. Bu durum, bilgi ekonomisi ve bilgi toplumuna yönelik düzenlemelerin sadece Avrupa Birliği’ne uyum veya ülkemizdeki mevcut düzenlemelere kaynak teşkil eden ülkelerdeki değişimlerin hukuk sistemimize uyarlanması gibi amaçlarla gerçekleştirilmemesi gereğinin de bir ifadesidir. Bilgi Ekonomisini yerleştirmek, Bilgi Toplumu paradigmalarını toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırmak, düzenlemelerin ruhunun yerel ve küresel gerçeklikleri yansıtacak ve bu olguları içerecek şekilde tasarlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Hukuk böylelikle hem istenilen hedeflere ulaşılmada önemli bir yol haritası olacak, hem de hedeflere doğru çizilen yolda teşvik edici, koruyucu ve sosyo-ekonomik dengeyi sağlayıcı rolünü bir kez daha güçlü bir şekilde ön plana çıkaracaktır.
Bu yol haritasında öncelik, vatandaşların bilgi ekonomisine güven duymalarını ve bilgi toplumu içinde adil ve eşit fırsatlara sahip olmalarını mümkün kılacak, birbiriyle ilişkili biçimde bireysel mahremiyeti koruyan, bilgiye erişimi güvence altına alan, bilgi güvenliğini sağlayan ve bunları dengeli bir şekilde yapan hukuksal düzenlemelerdedir.
Tüm bu hususları bünyesinde taşıyan düzenlemelerin yapılmasında öncelikle demokratik hukuk devletinin de bir gereği olarak çoğulculuğun ve katılımın düzenleme süreçlerine yansıması gerekmektedir. Bilgi ekonomisi ve bilgi toplumuna dönük yönetsel paradigmaların temelindeki ağ yönetişiminin kanunlaştırma süreciyle olan ilişkisi de katılım ve paydaşlık temelinde konumlanmalıdır. Bu durum gerek hukuk devleti ilke ve kuralları ile gerekse de düzenleme süreçlerinin şeffaf, etkili ve katılımcı bir yapıya kavuşturulmasında en uygun yaklaşım olacaktır.
0 comments:
Yorum Gönder