06 Haziran 2007

Bağlam-a

Kesinti, kopma, hatta durma hareketi, momentum bakımından sıçrama ve/veya “aşma” hareketi için bir gerekliliktir. Fiziksel olduğu kadar zihinsel hareket için de geçerlidir bu.

Bu “blog”, arada sırada arşiv dönüşleriyle kesilse de haftalık bilgi teknolojileri dergisi BThaber’deki köşemde on beş günde bir (çift sayılar) düzenli olarak yayınlanan ve daha önce Express, Domus M, Kitaplık, Aries, Est&Non, Mobimag, Gelecex vb. dergilerde yayınlanmış yazılardan oluşuyor. Bu yayın, pek belli etmese de, bir “senaryo”yu takip ediyor.

Niçin “senaryo” da mesela “kurgu”, “dizi”, “hiyerarşi” vb. değil? Çünkü dayanaklarımdan biri (hem yazarken, hem de iletirken) “oyun teorisi” de ondan…

BThaber yazıları, kendi içinde zaten açık seçik olarak izlenebilecek bir senaryoyu takip ediyor. Bu blog’da çoğu zaman “flashback”lerle, ender olarak da doğrudan, anlık yazılarla yaptığım “kesinti”ler ise aslında “bağlama”…

Yani bağlam temelinde gelişen bir ilişkilendirme, bağlantılama, dokuma, örme hareketinin “durak”ları…

Gerek blog’un tepeliğindeki “TAZ” (temporary autonomous zone) referansı ve alt başlıkta farklı alanların (“platolar”, yaylalar, düzlemler) “arası”na işaret eden “göçebebilgi” vurgusu, gerekse yan açıklama ve “editorial” yazısındaki kavramların mekaniği bu “ağ yapısı”nı açığa vuruyor zaten.

“Flashback”lerin bir işlevi de şimdiki zamanın hareketinde kopma, dolayısıyla da sıçramalar yaratırken hafızaya kısa devre yaptırmaktır ve bu çok hayırlıdır. Çünkü (sosyal) hafıza kesikli ve boşluklu bir harekete sahiptir. Yazıların dil coğrafyası Türkiye, özellikle sosyal hafıza fakiri olduğundan, bu kısa vadeli dönüşler belki biraz daha anlamlı olabilir diye umuyorum. Gerçi bu coğrafyada “ummak” ve “unutmak” neredeyse eşanlamlı fiiller haline geliyor, ama olsun…

Kesinti, kopma, hatta durma hareketi, momentum bakımından sıçrama ve/veya “aşma” hareketi için bir gerekliliktir. Fiziksel olduğu kadar zihinsel hareket için de geçerlidir bu.

Bu yüzden durup, soğuyup, sakinleşip, belki biraz gerileyerek güç alıp içinde bulunduğumuz durumu değerlendirmemiz gerek. Bu blog’da ve diğer yayınlarımda yapmaya çalıştığım şey bu “değerlendirme” (karşılaştırma, ölçüp biçme, analiz etme, küresel oyuncularca oynanan çoklu senaryolara uyanarak hamleleri konumlama vb.) eylemine kışkırtmak.

En kötü ihtimalle de “kayıt tutmak”…

Ama bu kaydı tarihsel bir veri olarak okuyacakların artık TC vatandaşı olmayacak olması ihtimalinin yüksekliği, bu son ihtimali gerçekten de “en kötü” kılıyor.

Ülke, bizler, hepimiz bir “atalet” döngüsünün içindeyiz. Boşuna çalışan bir motor gibi hem enerji (kaynak, değer, miras vb.) tüketiyor hem de hepimize ve her birimize fayda sağlayacak her hangi bir hareket üretmiyoruz. Avara kasnak…

“Ulusal” gelecek tasarımımız, senaryolarımız, politikalarımız, stratejilerimiz, (eylem) planlarımız, seçeneklerimiz yok. Hem de hiçbir hayati konuda. Enerji, dış ticaret, eğitim, kültür, istihdam, tarım-turizm-yan sanayi-bilişim-telekom, KOBİ, bilim-teknoloji-inovasyon, bilgi (tasarımı, yönetimi, ele geçirilmesi, iletimi, paylaşımı ve kullanımı, yani ekonomisi) ve iletişim, para ve değer (yönetimi ve paylaşımı), hukuk (adalet), kamu (yöneti-şi-mi) vb.

Güvenlik, dış ilişkiler ve makro ekonomi politikalarımız var sanıyoruz, ama maalesef yukarıdaki hayati alanlarla ilişkilendirilmemiş ve koordineli olarak yürütülmeyen bir güvenlik, dış ilişkiler ve makro ekonomi politikası, içinde bulunduğumuz küresel gerilim ortamında pek işe yaramıyor.

Nitekim bunun sonuçlarını artık gün be gün yaşıyoruz. Bir yanda Kuzey Irak duvarı, ABD ve AB ilişkilerindeki çıkmaz, öte yanda “ayrılıkçı” veya “milliyetçi” iç terör, beri yanda hukuk devleti krizi ve siyasi kamplaşma derken, ne küresel ve bölgesel arenada etkili bir varlık gösterebiliyoruz ne de içerde etkili bir atılım hamlesiyle elimizi (değerlerimizi, rekabet avantajlarımızı) güçlendirebiliyoruz.

Sıcak para hareketleri ve kullanılamayan rekabet avantajlarıyla (maddi ve gayri-maddi) ulusal değerlerimiz sürekli bir sızıntı halinde dışarıya kaçıyor. Her bakımdan yoksullaşıyoruz.

Her alanda boşluklar oluşuyor ve yönetsel değeri olan herhangi bir boşluğun başka (ve genellikle küresel) oyuncular tarafından doldurulduğunu hem biliyor hem de tecrübe ediyoruz. Bu boşluklar hukuk mekanizmalarında ve demokratik seçim sistemlerinde ortaya çıktığında çok daha pahalıya mal oluyor.

Oyun teorisinde “sonlu” ve sonsuz” oyunlar vardır. Sonlu oyunlar kısa vadeli hedeflerle sınırlı bir oyun alanında pek de öncelikli olmayan kazanımlar için oynanır. Bu yüzden aslında her sonlu oyuncu, başka oyuncuların dinamik hedeflerle esnek oyun alanlarında oynadığı sonsuz oyunların oyuncağıdır.

Bizi yönettiği yanılsamasına sahip olanlar hala sonlu oyunlarla kendini kandırırken, bizlerin artık, şimdi ve burada bu kâbustan uyanması şart. Biz uyanırsak onlar da uyanır…

Çünkü artık sonlu oyunlarımızın avara kasnak ataletinin doğurduğu sonuçlar hayatiyet bakımından eşik sınırında. Bu sonuçlar bizi geri dönüşsüz bir biçimde bir toplum olmaktan çıkarabilir. O zaman ortada tartışacak ne “ulus”, ne “cumhuriyet”, ne “vatan” ne de “din” kalır.

Zamanın gördüğü sayısız çıkmaz ve tükenişten biri daha geçer tarihe.

Yani “zaman” kalmadı… Tam zamanı…

0 comments: