15 Kasım 2007

Cumhuriyet, demokrasi ve ekonomi

Ekonomimizi bilgiyle, demokratik iradeyle, katılımcı uzlaşıyla yeniden biçimlendirip düze çıkmak ve refahı paylaşmak dururken, artık usandığımız bu müsamereyi tekrar seyretmenin ne gereği var?


Cumhuriyet'in 84. yılını "kutladık". 84 yıl az zaman değil. Ama hakkımızda hiçbir şey bilmeyen ve dışarıdan bize, gündemimize, başımıza gelenlere bakan biri, cumhuriyeti daha yeni kurduk sanır! Bunca yıl geçmiş, biz hala rejimi korumaya ve kollamaya çalışıyoruz. Demokrasiyi cumhuriyetin en büyük tehdidi olarak algılıyoruz. Halka güvenmiyoruz, demokrasi için "olgunlaştığını" düşünmüyoruz. Otoriter baba hala başrolde…

Son seçimler ve referandum halkın talebinin demokrasi olduğunu net bir biçimde gösterdi. Ne oldu? Savaş tamtamları çalmaya, korku üretimi hızlanmaya, "milli hassasiyetler" kızıştırılmaya, ırkçı "refleksler" özenle kurgulanmaya başladı. Her yerde "hainler" görür olduk. Yine kendimizden başka "dostumuz" kalmadı. İçimize kapanmaya itiliyoruz. Gözlerin "sınır ötesi"ne çevrildiğine bakmayın. Asıl hesap içeriye yönelik. Biz bize kalalım ki, yetmiş yıllık "iktidar tiyatrosu" bir kez daha payandalarla, derme çatma dekorlarla, klişe senaryolarla sahnelenebilsin! Mümkün mü? Sınırlar bu kadar geçirgen, dünya bu kadar küçükken, mümkün mü? Değil elbette, ama bu oyunu sahneleyenlerin aklı iktidar hayaline zincirlenmiş olduğu için gözleri bir şey görmüyor…

Peki, ne olacak? Bilmiyorum. Bana bir kez daha akıl tutulacak, hayatlar sönecek, umutlar kırılacak, değerler kaybolacak, enerji kaçacak ve çok değerli zaman heba edilecek gibi geliyor. Buna katlanacak gücümüz kaldı mı?

Demokrasi olmadan cumhuriyetin ne anlam taşıdığını yüksek sesle sormanın zamanı değil mi? Cumhuriyetin öncelikle fırsat eşitliği olduğunu, özde eşitlik için devletin bir hukuk devleti olarak tanımlanması gerektiğini, bunun da demokrasiyi zorunlu kıldığını ilan etmenin zamanı gelmedi mi?

Coğrafyamız "cumhuriyetlerle" çevrili. Devlet başkanlarının soyadları hep aynı olan, ordu, istihbarat, bürokrasi üçgeniyle yönetilen, milli geliri yerlerde sürünen bu "otoriter cumhuriyet"lerden biri olmaktan bizi alıkoyan ne? Bu soruya birçok cevap verilebilir. Ama bu cevapların tümünde "ekonomi" sözcüğü bir biçimde geçer. Türkiye "büyük" bir ekonomi. Dolayısıyla küresel hesapların içine dâhil edilmek zorunda. Ama bu, "güçlü" bir ekonomi olduğumuz anlamına gelmiyor maalesef. Pazar olarak, iletken olarak, etken olarak önemli bir ekonomiyiz. O "otoriter cumhuriyetler" gibi bir "kaynak ekonomisi" de değiliz. Dolayısıyla kaynaklarımızı kontrol etmekle yetinemezler. Ama ekonomimizi kendimizin kontrol etmesine de pek izin vermek istemezler. İçinde debelendiğimiz oyunun adı bu işte!

Cumhuriyete "ihanet" edenlerin aslında kimler olduğu açıkça ortada değil mi? Oysa tam da bir fırsat yakalamıştık! Halkın iradesinin demokrasiye yöneldiği, fırsat eşitliği ve adil paylaşım temelinde refah talebini yüksek sesle dile getirdiği bir fırsat… Ekonomimizi bilgiyle, demokratik iradeyle, katılımcı uzlaşıyla yeniden biçimlendirip düze çıkmak ve refahı paylaşmak dururken, artık usandığımız bu müsamereyi tekrar seyretmenin ne gereği var?

BThaber, s:644, 5 -11 Kasım 2007

0 comments: