30 Mart 2009

Oyunun Kuralı - Yazılım ve hizmet politikası

Türkiye’nin BİT sektöründe rekabet avantajı yaratabileceği tek alan olan yazılım ve hizmetler segmentinde bir politikamız yok. Oysa BİT sektörünün kriz sonrası rekabet avantajı yaratması buna bağlı.

Türkiye BİT sektöründe, donanım pazarındaki hacimler daha çok ithalat ve montaj ürünlerinin dağıtım ve satış kanallarındaki hareketlerden oluşuyor ve kar marjları oldukça düşük. BİT hizmetleri alanında Türkiye potansiyelinin çok altında bir performans gösteriyor. Yazılımda da durum farklı değil ve yeterli ürün çeşitlemesi, yeterli Ar-Ge ve inovasyon hareketi yaratılamaması bu segmentin rekabet avantajı sağlamasının önüne geçiyor. Bu durumun en önemli nedeni yazılım ve hizmetler alanında ne ulusal ne de sektörel bir stratejimizin olmaması ve bu segmentlerin ana akım ekonomiyle yeterli düzeyde ilişki kuramıyor olması.
Yazılım ve hizmet sektörlerinin yüzde 30’lar civarında büyümesi mümkün ve bu ancak KOBİ’lerin, kamu kurum ve kuruluşlarının ve son kullanıcıların pazara daha çok dâhil edilmesiyle gerçekleşebilir. Bu sektörlerin teşvik edilmesi için kısmi destekler mevcut, ama sektörün bütününe yönelik bir gelişimin izini göremiyoruz. Teşviklerin belli bir politika uyarınca sağlanmaması etkiniklerini azaltıyor. Türkiye’nin BİT sektöründe rekabet avantajı yaratabileceği tek alan olan yazılım ve hizmetler segmentinde bir politikamız yok. Etkili bir politika olmaksızın, rekabet avantajı odaklı, yeterli Ar-Ge yoğunluğuna sahip, verimli kümelenme yapılarını oluşturabilmiş, gerek kamu gerekse özel sektörde öncelikli tercih dinamiklerini oluşturabilen ve dış ticaretin geliştirilmesi için gerekli inovasyon kapasitesine sahip yazılım ve hizmet sektörlerinin gelişimi teşvik edilemiyor.
Bilgi Toplum Stratejisi’nin e-devlet odaklı olması, yazılım-hizmet segmentleriyle ilgili müphem ifadeler dışında herhangi bir açılım getirmemesi, BİT ile ilgili ufuksuzluğun göstergesi. E-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu’nda, başta YASAD ve TÜBİSAD olmak üzere BİT STK’larının konuyu defalarca gündeme getirdiğini biliyorum. Çeşitli strateji önerileri de geliştirdiler. Ama İcra Kurulu’nda anlık bir ilgiden fazlasını bulamadılar. BİT STK’larının sorunu artık kamuoyunun ve özellikle iş dünyasının gündemine taşımaları ve etkin bir lobi faaliyeti yürütmeleri gerekiyor. BİT sektörünün kriz sonrası rekabet avantajı yaratması buna bağlı.

BThaber, s:712, 22 – 28 Mart 2009

16 Mart 2009

Oyunun Kuralı - Ar-Ge ve inovasyon karnemiz

Türkiye Ar-Ge ve inovasyon endekslerinde hep aşağılarda yer alıyor. Bu konuda bir politika zafiyetimiz olduğu açık. Kriz sonrası kalıcı rekabet avantajı yaratmanın tek yolunun inovasyon olduğunu düşünürsek, aklımızı başımıza toplamamızın zamanı geldi de geçiyor demektir.

R&D Magazin’in 2008 Küresel Ar-Ge raporuna göre, Türkiye Ar-Ge’nin GYSİH’ya oranı bakımından ülkeler sıralamasında 25. sırada yer alıyor. Bu oran 2006 yılı itibarıyla binde 7 düzeyindeydi. Yıllık Ar-Ge yatırımı 4.8 milyar dolar olan Türkiye'nin 10 sıra atlayarak ilk 15'e girebilmesi için bu tutarı 13 milyar dolara çıkarması, yani 4 kat artırması gerekiyor.
Türkiye’de Ar-Ge fonlaması içinde özel sektörün payı artarken devlet payı ise azalıyor. Raporun 2009 yılı için tahmini bu dağılımın yüzde 70 özel sektör, yüzde 29 ise devlet olarak gerçekleşeceği yönünde. Bu öngörü fazla iyimser. Halen Ar-Ge fonlamasında kamu sektörünün payı oldukça yüksek. Gerçi bu oran yılar içinde giderek azalırken özel sektörün payı artıyor ve bu sağlıklı bir gelişme. Öte yandan son yıllarda TÜBİTAK’a aktarılan fonların artmasıyla kamu sektörünün katkı payının yine ağırlaşmış olduğu tahmin edilebilir.
Ar-Ge harcamalarını gerçekleştiren kesimlerin dağılımına baktığımızda ise üniversitelerin ağırlıklı olduğunu, onu özel sektörün izlediğini ve kamunun harcama payının nispeten düşük kaldığını görüyoruz. Ar-Ge faaliyetlerinin ağırlıklı olarak üniversitelerde gerçekleşiyor olması, Ar-Ge’nin ticarileştirilmesi bakımından sorunlar olduğunun bir göstergesi olarak algılanmalı. Özel sektörün Ar-Ge yoğunluğundaki yetersizlik bir yandan bu faaliyetlerin yüksek maliyeti, öte yandan bilgiye erişimdeki güçlükler ve Ar-Ge elemanı yetersizliğiyle açıklanabilir.
Türkiye’de genel Ar-Ge harcamaları içinde BİT Arge’sinin payını ölçmek için yeterli veri bulunmuyor. 2008 OECD patent verilerine göre Türkiye’de BİT patentlerinin toplam patentlerin içindeki payı yüzde 10’un altında. Finlandiya, Singapur, Çin gibi ülkelerde bu oran yüzde 50’nin üzerinde seyrederken, AB25 ortalaması yüzde 30’lar civarında bulunuyor. Bu bağlamda tüm sektörlerde zaten yetersiz Ar-Ge yoğunluğuna sahip olan Türkiye, BİT Ar-Ge’si bakımından ortalamanın çok altında bulunuyor.
Dolayısıyla Pro Inno Europe’un 2008 Avrupa İnovasyon İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin sonuncu sırada olması şaşırtıcı değil. Raporun bu durumu Ar-Ge ve inovasyonla ilgili politika zafiyetlerine bağlaması ise uyarıcı. Kriz sonrası kalıcı rekabet avantajı yaratmanın tek yolunun inovasyon olduğu düşünülürse durumumuz pek parlak sayılmaz.

BThaber, s:710, 09-15 Mart 2009

12 Mart 2009

Oyunun Kuralı - Kriz, BİT ve işsizlik

İnsana yatırımın BİT sektörü için can alıcı önem taşıdığı maalesef Türkiye’de pek anlaşılmıyor. "Kriz paketleri"nde insan kaynağı kolaylıkla harcanabilir bir kalem olarak BİT harcamalarının hemen yanındaki yerini alıyor! Sonra da bilgi ekonomisine uygun "sosyal sermayeyi" neden yaratamadığımızı soruyoruz!

Küresel kriz ekonomik durgunluğun yanı sıra yoğun bir işsizlik artışı da getiriyor. Gerek teknoloji sektörleri ve BİT sektörü içinde gerekse diğer sektörlerdeki BİT istihdamı işsizlik dalgasından nasibini alıyor. Microsoft, Nortel, Motorola, Yahoo, Nokia, Sony, Google, Electronic Arts kriz paketi olarak kitlesel işten çıkarmalara gittiklerini açıklayan firmalardan sadece bir kısmı. Ekonomi genelindeki BİT işgücünde işten çıkarmaları ve istihdamda dışkaynak kullanım eğilimini buna eklediğimizde durum vahimleşiyor.
Ülkemizde de durum farklı değil. İnsana yatırımın BİT sektörü için can alıcı önem taşıdığı maalesef Türkiye’de pek anlaşılmıyor. Zaten hangi sektörde insan kaynağının en temel gayri-maddi sermaye olduğu gerçeği anlaşıldı ki? Burada işsizlik hem sistemik hem de kültürel bir sorun. "Kriz paketleri"nde insan kaynağı kolaylıkla harcanabilir bir kalem olarak BİT harcamalarının hemen yanındaki yerini alıyor! Sonra da bilgi ekonomisine uygun "sosyal sermayeyi" neden yaratamadığımızı soruyoruz! Tek avuntu bu işgücünün nitelikli, esnek ve mobil olması, dolayısıyla kriz sonrası istihdama geri dönüş konusunda diğer işgücü gruplarına göre belirgin bir avantaj sağlaması.
BİT sektöründe işsizlik tehdidi yaşayan ya da işsiz kalanlar en iyi bildikleri konuda, yani ağ yapıları alanında çözüm aramaya başlıyorlar. Zaten bu ağ temelli esnek çalışma modeli BİT’nin işgücü pazarına yaptığı en önemli etkilerden biri. Birçok ülkede topluluk ağları işsizliğe karşı bir çare olarak ortaya çıkıyor. İnsanlar bir araya gelip, yani bir kümelenme oluşturup, bir topluluk ağında örgütlenip becerilerini birleştirerek, düşük maliyetli ve yüksek katma değer taşıyan ürün ve hizmetler sunup yine ağın nimetlerini kullanarak bunları pazarlayabiliyor. Üstelik bunu maaş çarkına girip şirketlerin hantal yapılarını finanse etmeden yapıp, aracıları aradan çıkararak daha fazla kazanıyorlar. Bu iş temelli topluluk ağlarını "ortaklaşa kapitalizm", "peer-to-peer ekonomisi", "wikonomics" ya da daha iyisi "ağ kapitalizmi" kavramlarıyla nitelemek mümkün. Girişimcilik, esneklik ve yaratıcılıkla birleştiğinde ağlar üzerinde harikalar yaratıyor. Ortaklaşa yapılar içinde gerçek ortak paydayı keşfetmenin yolları bize de açık. Belki de bu tecrübeyle etkili ve bize özgü farklı istihdam modelleri yaratabiliriz.

BThaber\ s:708\, 23 Şubat – 1 Mart 2009